Atatürk devrim ve ilkelerinin karşıtlarının olmasını yadırgamıyorum. Bunların bir kısmı çıkar amaçlıdır. Onlarla mücadele etmek gerekir. Bir kısmı neyin ne olduğunu anlamadığı ve dini duygularla kandırıldığı için karşıdırlar, bunlara anlatmak gerekir. En hassas konu Atatürkçülerin durumudur. Atatürkçülerin bir bölümü sığ ve ezberci bilgilerle donatıldığı için etkin bir şekilde Atatürkçülük yapamıyor. Bir kısmı, bilgisi olsa da Atatürkçülük yapmak için kendini sıkıntıya sokmak istemiyor.
19 Mayıs 1881 – 19 Mayıs 2006. Mustafa Kemal’in 125. doğum yıl dönümü. Mustafa Kemal’in biyolojik doğum tarihi gerçekten 19 Mayıs mı, bilmiyorum. Ancak, 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal’in, Türk Ulusu’nun kaderinde, sönmez bir güneş gibi doğduğunu biliyorum. İnsanlar için en önemli doğum günü, herkesin kendi doğduğu gün olarak düşünülse bile, benim için Mustafa Kemal’in doğum günü benimkinden çok daha anlamlı ve önemli. Çünkü, Mustafa Kemal olmasaydı ben gene doğabilirdim, fakat doğduğum ortam çok farklı olabilirdi.
Çocukluğumdan çok ileri yaşlarıma kadar, 10 Kasımlar’da, yakalarımıza siyah kurdeleler takılır, hüzünlü şiirler okunur, Atatürk için yas tutulurdu. Belli bir yaştan sonra ben bu uygulamanın yanlış olduğunu düşünmeye başladım. Doğa kurallarına karşı çıkmanın mümkün olmadığını, doğru olanın ağlamak değil, özeleştiri yaparak, Atatürkçülüğün neresinde olduğumuzu sorgulamamız gerektiğini söylerdim. Bana, “Sen ATA’nın ölümüne üzülmüyor musun?” gibi akılcı olmayan, ezberci tavır takınanlar olmuştu. Doğum gününü kutlama geleneği yoktu, son zamanlarda onu da yapıyoruz. Anmalar, doğru ve güzel davranışlardır, yeter ki akılcı ve gerçekçi bir tutum içinde yapılsın. Bu yazının amacı, Atatürk’ü anmak, o yüce insana minnet ve şükranlarımı sunmaktır. Bir şeyi doğru anlayabilmenin yöntemlerinden biri de konuyu öncesi ile mukayese edip nereden nereye gelindiğinin farkında olmaktır. O nedenle bazı hatırlatmalar da yapacağım.
Osmanlı, önce 30 Ekim 1918’de, Mondros Ateşkes Anlaşması’nı imzalayarak kayıtsız şartsız teslim olmuş ve sonra da SEVR Anlaşması’nı imzalayarak kendini bitirmişti. Altı asırlık ömründe, uzun süre üç kıtaya hükmeden, koca cihan imparatorluğunun bu şekilde sona ermesinin gerçek nedenlerini, ciddi tespit ve analizlerle ortaya koymamız gerekir, çünkü bugünkü problemlerimizin çoğu o günkü problemlerin bir devamıdır. Ülkesini seven, ciddi, bilgili tarihçilerin çabalarına ihtiyaç var. Sevr Anlaşması, Batı açısından, Şark sorununun ideal çözümüdür. Sevr Anlaşması bizim açımızda sadece Osmanlı’nın değil, aynı zamanda Anadolu Türklüğü’nün bitirilişi idi. Bu durumu hazırlayan sorumlular ülkeden kaçmışlar, geride kalanlar ise, Amerikan Mandası’nın mı, yoksa İngiliz Mandası’nın mı daha iyi olduğunu tartışmaktaydı. Yıllardır cepheden cepheye koşan halk, can, mal ve moral yönden bitip tükenmişti. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı zaman ülke tamamen yabancı güçlerin, işbirlikçilerin, asker kaçaklarının, eşkıyanın işgali altındaydı. 1919 Türkiye’sinin gerçek durumunu bilmemek büyük cahillik, bildiği halde durumu farklı göstermeye çalışmak, Atatürk karşıtlığından öte, çok çirkin bir durumdur. Mustafa Kemal, Haziran 1919’da, Amasya Genelgesi ile, emperyalist işgalci güçlere ve içteki işbirlikçilerine savaş açarken yakın arkadaşları bile onu hayali olarak niteliyorlardı. Bütün olumsuzluklara rağmen, üç yıllık bir ölüm kalım savaşından sonra, Mustafa Kemal, Lozan Antlaşmasını bütün dünyaya kabul ettirdi. Sevr’den – Lozan’a gelebilmek hiçbir hesaba kitaba sığmayan, gerçek anlamda bir mucizedir. Bu mucizeyi yaratan, ulusunu iyi tanıyan bir dahi lider ile, liderine inanan asil bir ulustur. Zaman zaman bazı kimselerin, Lozan’ı küçümser bir tavır takındıklarına şahit oluyoruz. Bunların Atatürk karşıtı olduklarını düşünüyorum. Eğer değillerse, onlara Lozan’ı Osmanlı’nın güçlü dönemi ile değil, Osmanlı’nın son anlaşması olan Sevr koşulları ile mukayese etmelerini öneririm.
Ülkeyi emperyalist yabancı güçlerin ve meşruiyetini yitirmiş yerli işbirlikçilerinin işgalinden kurtarıp, Lozan’da bağımsızlığını tescil ettiren Mustafa Kemal’in asıl hedefi; Türk ulusunu, kültürel bakımdan, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak ve güvenli bir ortamda, refah içinde sonsuza kadar yaşamasını sağlamaktı. Bu hedefe ulaşabilmek için, siyasi ve toplumsal yapıda köklü değişikler yapmak gerekiyordu. Bağımsızlığın kazanılması çok zor olmakla beraber, devrimleri gerçekleştirmek daha da zordu. Bağımsızlıkla yetinenlerin, asırların alışkanlığından kopamadıkları için devrimleri gereksiz görenlerin ve devrimleri çıkarlarına aykırı bulanların dirençlerini kırmak düşmanı yenmekten daha zordu. Dış düşman karşısında birleşen iç dinamikler şimdi ayrışmaya başlamışlardı. Ama devrimler yapılmadan ne ulus olmak, ne de çağdaşlaşmak mümkün değildi. Atatürk kararlıydı, uygun şartları kollayarak, * Tam bağımsızlık, * Egemenliğin kayıtsız şartsız Ulusta olması, * Cumhuriyetçilik, * Laiklik, * Ulusçuluk, * Halkçılık, * Devletçilik, * Devrimcilik, * Akılcılık, * İlim ve Bilimin Rehberliği, * Eğitim Birliği, * Kılık kıyafet değişikliği, * Latin alfabesinin kabulü, * Kadın hakları, * Tekke ve zaviyelerin kapatılması * Yurtta Barış, Dünyada Barış gibi devrim ve ilkeleri yaşama geçirdi. Bunların çoğu Batı’nın aydınlanma çağında ürettiği çağdaş değerler olup, son dönemlerinde Osmanlı aydınları tarafından da dile getirilmiş, fakat hiçbir lider tarafından yaşama geçirilememişti. Atatürk, aslında, bir tebaadan, etrak-ı biidrak diye küçümsenen bir toplumdan bir ulus yaratıyordu.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği tüm devrimler belli ölçüde tartışılmış, belli ölçüde dirençle karşılaşmıştır. Ancak, * Tam Bağımsızlık * Laiklik ve * Ulusçuluk ilkelerine, içten ve dıştan, örtülü ve açık büyük ölçüde karşı çıkışlar olmuştur. Atatürk devrim ve ilkeleri Türkiye’yi çağdaşlığa götürecek bir bütünün parçalarıdır. Onları asli, tali veya önemli önemsiz diye tasnif etmek yanlış olur, buna rağmen * Tam bağımsızlık * Laiklik ve * Ulusçuluk ilkelerinin ayrı bir yeri olduğunu kabul etmek zorundayım. Çünkü, eğer Türkiye Cumhuriyeti bu üç ilkeyi özümseyip yaşamının vazgeçilmezi haline getirirse sözü dinlenen bir dünya devleti olur. Düşünün; üç kıtayı birleştiren Anadolu coğrafyasında, tam bağımsız, güçlü bir Türk ulusunu- T.C. Devleti’ni batı dünyası ister mi? Laik ve Demokratik T.C. Devleti güçlü bir model gerçekleştirirse, İslam ülkelerinin, özellikle Orta Doğu’daki ülkelerinin yöneticileri koltuklarını koruyabilirler mi? Laik ve Demokratik T.C. Devleti güçlü olursa, ülke içindeki, kerametleri kendilerinden menkul, din bezirganları maddi ve manevi çıkar sağlayabilirler mi? Batı Dünyası-İslam Dünyası-İçteki Din bezirganlarının ortak amacı Laik, Demokratik T.C. Devletini zayıflatmak, Türk Ulusu’nun birlik ve bütünlüğünü bozmaktır. Atatürk ve ona inanmış Türk Ulusu, ilk günden bugüne kadar yapılan açık ve gizli saldırılara dayanabildi. Ancak, son zamanlarda, tehlike çanları daha kuvvetli çalmaya başladı, aklımızı başımıza almaz isek yarın çok geç olabilir ve ondan sonra dövünmek para etmez.
Atatürk devrim ve ilkelerinin karşıtlarının olmasını yadırgamıyorum. Bunların bir kısmı çıkar amaçlıdır. Onlarla mücadele etmek gerekir. Bir kısmı neyin ne olduğunu anlamadığı ve dini duygularla kandırıldığı için karşıdırlar, bunlara anlatmak gerekir. En hassas konu Atatürkçülerin durumudur. Atatürkçülerin bir bölümü sığ ve ezberci bilgilerle donatıldığı için etkin bir şekilde Atatürkçülük yapamıyor. Bir kısmı, bilgisi olsa da Atatürkçülük yapmak için kendini sıkıntıya sokmak istemiyor. Bir kısmı, falan kurum veya filan kurum var, onlar Atatürk ilke ve devrimlerini yedirmezler düşüncesinde. Bir kısım samimi ve sorumluluk sahibi Atatürkçüler arasında da anlayış ve yorum farkları var, bunlar mücadeleyi karşıtlarıyla yapacakları yerde kendi aralarında yapıyorlar. Benim anladığım Atatürkçülük ve yapılması gerekenler özetle şöyle;
* Önce şunun idraki içinde olmalıyız, yaptıklarımız ve yapacaklarımız Atatürk için değil, bizim kendimiz ve geleceklerimiz içindir. Atatürk bizden sadece hayırla anılmayı bekliyor.
* Atatürkçülük, T.C. Devleti’nin kuruluş felsefesinin ve Türk Ulusunun geleceğe dönük amaç, hedef ve politikasının simge ismidir.
* Atatürkçülük, bir dogma veya değişmez bir kalıp değil, Türk Ulusunu, kültürel olarak çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak, güvenli bir ortamda, refah içinde sonsuza kadar yaşatma ülküsünün gerekleridir.
* Atatürkçülük, her ne pahasına olursa olsun, Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimleri yaşatmak, öğütlediği ilkeleri izlemektir.
* Atatürkçülük, çağdaşlıktır. İnsanlığın kazanacağı yeni değerlerden geri kalmamaktır.
* Atatürkçülük, Ulusun, bireylerinin ve devletin hak ve görevleri arasında koşullara uygun dengeyi sağlamaktır.
* Atatürkçülük, bu dünyanın hukukunu ilim ve bilimin rehberliğinde düzenlemek, inanç dünyasını bireylerin vicdanlarına terk etmek ve birinin diğerinin sahasına girmesini önlemektir.
* Atatürkçülük, devletin bağımsızlığını, ulusun egemenliğini ipotek altına sokmamaktır.
* Atatürkçülük, laiklik kavramının, özgürlük, çağdaşlık, insana saygı, inanca saygı, doğal hukuk ve inançların farklı alanlar olduğu, ve laik olmayan toplumların ulus olamayacakları anlayışıdır.
* Atatürkçülük, ulus olmanın, dil, ülke, ortak akıl, ortak gelecek kavramlarının bir bileşkesi olduğu anlayışıdır.
* Atatürkçülük, hem doğal hukuk karşısında, hem de İslam dininde sorumluluğun bireysel olduğu, İslam’da ruhban sınıfının olmadığı anlayışıdır.
* Atatürkçülük, “Ne Mutlu Türküm diyene” sözünün, etrak-ı biidrak diye Türklüğü küçümseyenlere bir tepki, Türkün kendine güveninin, kendini sevmesinin bir ifadesi olduğu, “Türk Milleti zekidir, çalışkandır”, “Türk övün, güven, çalış” sözlerinin bir tamamlayıcısı olduğu anlayışıdır.
* Atatürkçü olmak, önce Atatürk’ü öğrenip, onun amacını doğru anlamak, sonra da onun ilke ve devrimlerini korumak ve geliştirmek doğrultusunda sorumluluk almak demektir. T.C. Devleti’ni ve Türk Ulusunu seven, onları yüceltmek isteyen herkes önce Atatürkçü olmak, sonra da Atatürkçülük yapmak zorundadır.
* Atatürkçülüğü- T.C. Devletini-Türk Ulusunu, öncelikle ve önemle, her ne pahasına olursa olsun, iki büyük tehlike ve tehdide karşı korumak şarttır;
Birincisi tehdit; Laiklik karşıtı düşünce ve eylemlerdir.
İkincisi tehdit; Atatürk Ulusçuluğunun ırkçılık içerdiği söylemidir.
Yüce insan, Mustafa Kemal Atatürk, 125. doğum gününde seni inandığım bütün değerler doğrultusunda saygıyla anıyor, sana en derin minnetlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.
19 Mayıs 2006