DUYGULAR VE GERÇEKLER

Arıyorum

Yazılarımın genel başlığı, Arayış. Hep arıyorum, aradığımı bulamadığım için de arayışım sürüyor. Ben bir imkansızın peşinde mi koşuyorum, yoksa ne aradığımı bilmiyor muyum? Ortada bir yanlış var, ama bu nerede?

Ben bir insanım, ben bir toplumun mensubuyum, ben bir devletin vatandaşıyım. Benim istediğim, bu sıfatlarımın hak ettiği koşullarda yaşamaktır. Hak ettiğimi düşündüğüm koşullar ise, uygar ülkelerde yaşayan benzerlerimin içinde bulunduğu koşullardır. Refah ve güvenlik içinde olmak, horlanmamak, düşüncelerimden dolayı kınanmamak, sevmek, saymak ve bunların karşılıklarını bulmak istiyorum. Bunlar bir ütopya mı ki, ulaşamıyorum?

Bu dünyada yaşıyor olmanın nimetlerin en büyüğü olduğunu ve bunun da bir bedeli olduğunun bilincindeyim ve bu bedeli ödemeye hazırım. Şikayet ettiğim nokta bana bu bedelin çok üstünde bedellerin ödetiliyor olmasıdır. Ben borçluyum, çocuklarımız borçlu doğuyor, canımız ve malımız tehdit altında. Yönetenler bize doğruları söylemiyor, biz, doğrunun hangisi olduğunun ayırımını yapamıyoruz ve doğru bildiğimiz şeylerin korunması için riski göze almıyoruz. Bunun sonu nereye varır? Acaba, çıplak gerçek, şu mu, biz bunlara layık değiliz. Öyle ise niye hak edilmeyen şeyin peşinde koşuyoruz? Mutlu olanın bir yolu da, sahip olunanlarla yetinmek değil midir? Mutlu olmakla, onurlu olmak arasında önemli bir fark var.

İki eski cumhurbaşkanı bir gazeteciye beyanat verip, ‘derin devlet’ten söz ettiler. Bu devleti kırk sene siz yönetmediniz mi, sizin dışınızda bir devlet mi var? Var ise o süre içinde siz ne idiniz, buna niye katlandınız? Bir devlette iki güç var ise, hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunun tartışması başlar. Sıradan bir vatandaş senaryo yazar, kurgu üretir, rahat konuşur, ama devletin en üst kademesini işgal edenlerin bu hakkı olmamalı.

Başbakan, “düğmeye bastılar’’ diyor. Devletin en güçlü, en yetkili ve de en sorumlu yöneticisi ne demek istiyor? Kimi, kime şikayet ediyor? Bu düğmeye basma olayı yasa dışı bir işlem ise, niye yasal işlem yapmıyorsun? Yok bu düğmeye basma işi meşru bir muhalefetin işlevi ise yönetim neyi yanlış yaptı da buna meydan verdi?

Özünde çok çirkin, ancak bir provakasyon olduğu açık seçik belli olan Mersin ve Trabzon olaylarında toplumun duyguları niye en yüksek dozda harekete geçiriliyor? Bu olayların düzenlendiğini devlet önceden tespit edemiyor mu, yoksa oluncaya kadar gözünü kulağını kapayıp olmasını mı bekliyor?

Siyaset, devletin tek yönetim yöntemidir. Devlet kutsal ise siyasetin de kutsal olması gerekir. Siyasetçinin, bilgili, birikimli ve herkesten daha dürüst-namuslu olması gerekir. Ülkemizdeki siyasetçilerin öyle olduklarını söyleyebilir miyiz? Bir bölümü hariç, diğerlerinin, devleti yönetmek için değil, devlete karşı kişisel, ailesel, grupsal çıkarlarını korumak için oraya geldikleri ve bu nedenle de sık, sık parti değiştirdikleri bilinmiyor mu?

İnancı, insanların vicdanlarına asla terk etmek istemeyen, kerametleri kendilerinden menkul, ulamanın, siyasetçi kılığına büründüğü, Allah’ı ve Peygamberi kendi amaçları doğrultusunda kullandıkları bilinmiyor mu?

Öğretim kurumlarının hali üzücü değil mi?

Bu manzaraya rağmen, üzüntülerime rağmen karamsar değilim. Ülkenin bütün köşe taşları işgal edilmiş olsa da, yönetenlerin çıkarları ve ideolojileri, dışarıdakilerin çıkarları ile birleşmiş olsa da, biz bunu aşarız. Bunun bir bedeli olacaktır, bunu göze almak zorundayız. Ancak bedelin zaman içinde ağırlaşacağını bilip geç kalmamak gerekir. Bu zorluğu aşabileceğimizin kanıtı geçmişte yapabildiklerimizdir. Her türlü zorluğu aşar, her türlü tuzaktan kurtuluruz. Ancak o tuzaklardan bir tanesinin çok tehlikeli olduğunu bilelim. İçeride birbirimize düşürülmek tuzağına düşmemeliyiz. Birbirimize güvenmek, birbirimizi sevmek, birbirimize saygılı olmak kaçınılmaz bir koşuldur.

Buluncaya kadar arayışa devam edeceğim. Aradığım şey, ben neyim, ben neyi hak ediyorum, hakkımı kimden nasıl alırım sorularının yanıtlarındadır.