KÖŞE TAŞLARI

Türkler; “Tarihten önce de vardık, tarihten sonra da varız

Türklerin “Tarihten önce de vardık, tarihten sonra da varız” sözü, çok bilinçli, çok iddialı bir söylemdir, gerçekleştirmek için mevcut bütün güçler kullanılmalı, yetmezse yeni güçler yaratılmalı!

Bütün inanç ve felsefe grupları, tamamen aynı şeyleri söylemese de ilk insanın Adem olduğu, Havva’nın onun kaburga kemiğinden yaratıldığı inancı hakim. Allah, “İsteseydim bütün insanları bir/aynı yaratırdım” diyor, fakat farklı yaratmış, elbet bunda bir hikmet vardır. Tüm insanların bir kökten geldiği inancına rağmen, farklı etnik grupların nasıl oluştuğu konusunda bilimin öne sürdüğü bir tez yok.

Türkler, “Tarihten önce de vardık” diyor. Tevrat, Türklerin Nuh’un üç oğlundan biri olan Yafes’in neslinden geldiğini söylüyor. Çin kaynaklarında farklı terimler kullanılmış olsa da Türk ismi çok geçiyor. Bizans kaynakları/yazıları Türkleri eski Troyalılarla irtibatlandırıyor. Arap ve İslam kaynaklarında Türk’ten söz ediliyor.

Bütün bunlara karşın, fikir önderi sayılması gereken kişiler ilginç açıklamalar yapmakta sakınca görmüyorlar. Bunlardan bir tanesini, ülkemizde yaşanan “akıl tutulması”nı örneklemek üzere dikkatinize sunmak istiyorum. İslam etiketli, Arap kökenli, halen bir üniversitede görev yapan, bir vakfın başkanı, T.C. vatandaşı, bir Profesör, “Türk diye bir şey yok” diyor. Bu Profesörün ya etiketinden ya da kişiliğinden şüphe edilir. Altındaki ideolojik veya çıkar amacını görmek lazım. Belli ki, bir Arap fanatiği! Etnik yapıyı kabul etmiyor, ümmetçi zihniyetiyle Türklüğü, İslam içinde eritmek istiyor. İslam’ı öne çıkarıyor ama Allah’ın takdirini inkâr ediyor. Allah isteseydi insanları bir yaratırdı ama yaratmamış, hangi sıfatla yaratılış inkâr edilebilir! Diyelim, Müslüman Türkleri İslam içinde eritmeye kalkıştın, diyelim Türkü yok saydın…   Müslüman olmayan Türkler ve İslam’dan önceki Türklük nasıl yok sayılabilir? “İslam içinde etnik ayrım yok, herkes “ümmetin” eşit bir parçasıdır”, desen, daha çok göz boyayabilirsin ama o zaman da sorarlar;

  • Araplar, neden Arap olmayan Müslüman kesim için “Mevali” kavramını kullanıyor?
  • Allah, İslam’ı bir Arap dini olarak gönderdiyse, diğer milletlerin orada ne işi var?
  • Allah, İslam’ı tüm insanlık için gönderdiyse, Arap’ın kendisini birinci sınıf, Arap olmayanları ikinci sınıf Müslüman olarak nitelemesi Arap ırkçılığının tezahürü değil mi?

Arap’ın ırkçılık yapmasını haklı görüyor, Türkün, ben Türküm demesini kabullenemiyorsun, çünkü sana göre biri ‘’Kavmi Necip’’, öteki ‘’Etrak’ı bi İdrak’’ İslam etiketini taksan da İslam’ın temel vasfı olan ‘’dürüstlüğü’’ hazmedememişsin. Sen Müslüman değil, “dincisin”.

Türklerin başı büyük dertte; ona özenip kıskanan da çok, ondan korkan da çok! Çıkarları doğrultusunda, Türk’e, Türklüğe, Türkçeye karşı ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Bunlardan korkmuyorum, karşımdalar, görüyorum, aklımı kullanırsam önlemimi alır, korunurum. İçimizdeki “aslını inkar edenlerden” korkuyorum, saklanıyorlar, dost görünüyorlar, aldatıyorlar.

Tarih, Türklerin “tarihten önce de vardık” sözünü doğruluyor. “Türk” kavramına geçmişten günümüze ideolojik nedenlerle farklı anlamlar yüklenmiş, bazı saptırmalar yapılmıştır. Türkler Ana Yurtlarından farklı coğrafyalara en çok göç eden toplum. Gittikleri bölgelerde hem etkilemiş hem de etkilenmişler, Türk orijinli olmakla beraber farklı toplumlar doğmuş. Günümüzdeki “Türk” kavramının etnik orijinle beraber bir kültürel yapıyı içerdiğini düşünüyorum.

Türklerin, “Tarihten sonra da varız” sözünde bir arzu, bir irade var. Türklere hedef gösteriyor, rakiplerine meydan okuyor. Türkün, sahip olduğu değerlerin ve ait olduğu yerin bilincinde olduğunu ve onları korumaya kararlı olduğunun bir ifadesidir.

Türk önderler Türk halkına şu ilkeleri vurguluyor:

  • İnsanlık var oldukça var olmak zorundasın.
  • Kültürünü iyi tanı, onu kendin bozma, bozmak isteyenlere de izin verme.
  • Değerlerini iyi tanı, onlara sahip çık, çağa uyum sağlamaları için ne gerekiyorsa yap, çağın gerisinde kalmalarına, kesinlikle, izin verme.
  • En büyük tehlikenin senin kendine yapabileceğin tahribat olduğunu hiç aklından çıkarma.
  • Hasımlarına karşı gerekli önlemleri mutlaka al.
  • Mevcut gücünü koruman yetmez, geliştirmek, koşullara göre yeniden düzenlemek zorundasın.
  • Hakkını bil, mutlaka al ve koru! Başkasının hakkına da saygılı ol!
  • İnsan ve Türk yaratıldığını aklından çıkarma, ahlaklı ol, için sevgi dolu olsun!

 

Türkleri sadece belli bir ırk, bir etnik yapı olarak algılamıyorum. Türklük etnik yapının üzerinde oluşmuş, kültürel yapı, bir ruh, bir anlayıştır.

Yaradılışı kimsenin elinde değil. Etnik yapılarda, şans veya şansızlık var gibi gözüküyor ama nasıl açıklanır bilemiyorum. İnsanın, yaradılışının temel yapısını benimseyip, bir aidiyet ruhu oluşturması akıllıca ve doğal bir anlayıştır. İnsanın aidiyetiyle gurur duyması doğaldır fakat bunu bir üstünlük, bir imtiyaz gibi göstermesi yanlıştır.

Kişi ve toplum, yaradılış yapısını kültürel olarak geliştirir, zenginleştirir, çağa uyum sağlarsa, kazanımlarıyla gurur duymaya hak kazanır.

Etnik Türklük, Allah vergisidir, alınamaz, satılamaz, istense de değiştirilemez. Kültürel Türklük, insanlarımızın akıllarını kullanarak etnik yapılarının üzerinde oluşturdukları bir anlayış, bir ruh, bir aidiyet kimliğidir. Kültürel kimliğin kapısı herkese açıktır.

Türk etnik yapısıyla doğup, Türk kültürünü benimseyip, gelişmesine katkıda bulunan, onu yaşamının parçası haline getirenleri kutlarım, alkışlarım. Türk etnik yapısıyla doğduğu halde, bilinçli olarak Türklükten kaçanlar yaradılışı bilmeyen, aslını inkâr eden kişilerdir, bunları adamdan saymam. Farklı etnik yapıya sahip oldukları halde içinde yaşadığı Türk kültürüne saygı duyan, ortak değerlerde uyuşup, ortak hedefe beraberce yürüyenleri çağı anladıkları, çağın koşullarına uydukları için kutlarım. Farklı grupların Ulusal güvenlik koşullarına ve Ulusal değerlere sadık kalmak kaydıyla, Türk Kültürü içinde kendi kültürlerini yaşamalarında hiçbir sakınca görmem, desteklerim.

Ne mutlu Türküm diyene

Mustafa Kemal Atatürk, ne mutlu Türk olana dememiş, “Ne Mutlu Türküm Diyene” çağrısıyla, aynı coğrafyada yaşayan insanların ortak değerlerde birleşmelerini ön görmüştür. Bu çağrı, Atatürk’ün insanlığa ve Türk ulusu anlayışına bakış açısının göstergesidir. Büyük insan yapıyor, yol gösteriyor biz ise onu anlamaktan aciziz!

Türklerin kurdukları devletler, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda yıldızla simgelenmiştir.

Enteresandır, bunların arasında, bildiğim kadarıyla, sadece Göktürk devleti, Türk ismini taşıyor, diğerlerinin kurucuları Türk olmakla beraber, soy, boy, aile isimleriyle anılmışlardır.

Devleti; Türkiye Cumhuriyeti

Ülkesi/Vatanı; Türkiye

Halkının ortak adı; Türk ulusu

Atatürk’ün kurduğu devletin kimliğidir. Bu değerlerle gurur duymak hakkımızdır ama unutmayalım ki, haklarımızı sonsuza kadar korumak, yaşatmak da onursal sorumluluğumuzdur. Bu kimliği gerçekleştiren, Türklük bilincini uyandıran, Türkleri organize eden, Millî Mücadelenin liderliğini yapan Gazi Mustafa Kemal Atatürk en büyük Türk’tür!

“Türklük” ırkçı bir söylem değildir, yaradılışın üzerine yüklenmiş çağdaş değerlerle oluşturulmuş kültürel yapıdır, evrensel anlayıştır. “Türk Ulusu” kavramı, etnik yapısı ne olursa olsun, T.C. Devletinin vatandaşlarının ortak adıdır. Yaradılış insanın kaderidir! Kimse küçümsenemez, kimse dışlanamaz! Türk Ulusunun içindeki etnik yapılar yok sayılamaz. Bu anlayışı benimsemek insanlık anlayışının ve çağın koşullarının gereğidir. Eğer insanlarımızın çoğunluğu çağdaş kültürel Türklük bilincini doğru anlayıp, azimle sahip çıkabilseydi bugün çok farklı olabilirdik.

İçimizde bilgisizlik veya aldatılmışlık nedeniyle Cumhuriyet’e sahip çıkmayanlar da var, çıkar amacıyla bilinçli olarak Cumhuriyet karşıtı “Osmanlıcılar” da var. Bu insanlar cahil değil, nankör. Cumhuriyet’in kazanımlarıyla bugünkü durumlarına geldikleri halde, maddi ve imtiyaz çıkarları gereği Cumhuriyet’e ihanet ediyorlar.

T.C. Devlet kademelerinde “Osmanlıcı” rolü oynuyorlar. Amaçları Osmanlı’yı korumak değil, onu bahane ederek Türklük anlayışını, Türk dilini, T.C. Devletini ortadan kaldırmaktır. Bu amaç aslında dış güçlerin hedefidir, bizimkiler onların “işbirlikçileri”dir.

Göktürk Kitabeleri’ndeki, Türk Budunu, Türk Milleti ile Türk soyuna mensup bütün boylar ve topluluklar ifade edilmiş olmalı. İlk olarak “Turkhiya” şeklinde Bizans kaynaklarında görülen Türkiye sözcüğü, değişik yüzyıllarda, Türklerin yaşadığı coğrafyaya verilmiş isimdir.

Türkler, “Türkün, Türk’ten başka dostu yoktur’’ derler. Bu söylemi doğru değerlendirmek gerekir, aksi halde Türkler hakkında olumsuz görüşler ileri sürülebilir.

Tarihi süreç içinde Türkler, Çin, Hint, Acem, Arap, Rus, Avrupa devletleri üzerinde korku yarattıkları için bu devletler hep Türk’e karşı bir tutum almışlar, Türkün güçlenmesini, büyümesini istememişler, coğrafyasını, sahip olduğu stratejik değerlerini elinden almaya, hatta Türk’ü, Türklüğü ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Bu söz, Türkü uyarmak için söylenmiştir.

Türklerle ilgili bir başka gerçek; hemen bütün Türk devletleri yabancı bir devlet tarafından değil, gene Türkler tarafından yıkılmıştır. Türk Devletleri kendi içlerinde parçalanmışlar, parçalar birbirini yemiş veya öteki Türkler bu parçaları teker, teker ortadan kaldırmışlardır. Dünya siyasetinde geçerli olan, “Böl ve Yönet” yöntemi, Türklere karşı, “Böl ve Yok et” şekline dönüştürülmüştür.

Göçebe yaşamının kaçınılmaz bir sonucu olarak, Türkler, yazılı kültürlerini ve dillerini geliştirememişler. Kuvvetli örf ve adetlerini, saz, deyiş, destan gibi sözlü yöntemlerle bir nesilden ötekine aktarmışlardır. Türk dilini ve yazılı kültürünü geliştirememiş olması Türklüğün en büyük eksiğidir.

Anadolu Türk kültürünün oluşmasında, ilk çağlardan itibaren bir medeniyetler havuzu haline gelen Anadolu yerli kültürünün etkili olduğu açıktır. Buna karşın Anadolu yerli kültürünün de Türk kültüründen etkilendiği açıkça görülmektedir. Karşılıklı etkileşim bugünkü Anadolu Türk kültürünü yaratmıştır.

Eski Türkler gök tanrısına inanırlar, doğaya büyük saygı duyarlardı; Şamanizm…

Tek tanrılı dinler geldikten sonra kendi inançlarını koruyanlar da yeni dini kabul edenler de olmuştur. Türklerin büyük bölümü Müslüman olmuştur. Türklerin İslam’a isteyerek kucak açtığını söyleyenler de, acımasız Arap vahşetinin zoruyla kabul ettiğini, iddia edenler de var. Türklere karşı büyük katliamlar yapıldığını, Türklerin, İslam dinini kabul etmesine rağmen Arap’ın, uzun süre, bunu kabul etmeyip, zulmünü sürdürdüğünü yazanlar da var. Nedeni, Arapların, yönetimi altındaki Müslümanlardan aldığı verginin, Müslüman olmayanlardan alacağı haraçtan daha az olması.

Türklerin İslam’ı nasıl kabul ettikleri tarihte kaldı, bugün Türklerin İslam dinini nasıl anladıklarının ve nasıl yaşadıklarının doğru bilinmesi çok önemlidir.

Genel hatlarla, Türkler İslam açısında şöyle gruplandırabilir;  

  • İslam dinini doğru anlamış, özüne teslim olmuş, İslam diniyle beraber, İslam’a aykırı olmayan geleneksel kültürünü bir arada yaşayanlar,
  • Kendi geleneksel kültüründen kısmen uzaklaşıp, İran-Fars kültürüne yakınlaşanlar, dilde Farsçaya çok yer verenler,
  • Kendi geleneksel kültüründen kısmen uzaklaşıp, Arap kültürüne yakınlaşanlar, dilde, Türkçeyi küçümseyip, Arapçayı çok öne çıkaranlar,
  • Gerçek İslam’ı anlayamayan, bedevi Arap kültürünün İslam’daki uygulamalarını gerçek İslam zannedenler, aslını unutup Araplaşanlar.

Araplaşan kesim, Arap’ı, “Kavmi Necip” diye niteler, Arapçayı kutsal sayar, cennet dilinin Arapça olduğunu iddia eder, ibadetlerini ve dualarını, yüksek sesle, Arapçaya vurgu yaparak yapar, Kur’an’ın Türkçeye tercümesini doğru bulmaz, Türkleri “Etrak’ı bi-idrak” (İdraksiz Türkler) olarak niteler.

Araplaşan kesim anlamını bilmeden kendisine ezberletilenleri vurgu yaparak tekrar eder. Özgür iradeden yoksundur, “mürit”tir. Soru sorma yeteneği de soru sorma yetkisi de yoktur, itaat etmekle yükümlüdür. Köledir, sadece örgüt ‘ağabeyini’, ‘ablasını’ tanır, onların kimin emrinde olduğunu bile bilmez.

Devlet ve toplumun önde gelenleri açısından, karşımızda şöyle bir tablo bulunuyor;

  • Selçuklu, aslını unutmamış, fakat Fars dili ve Fars kültürüne yakın olmuştur.
  • Osmanlı’yı ana hatlarıyla iki döneme ayırabiliriz.

Birinci dönem; yönetimde Türklerin ve devşirmelerin etkin olduğu, anlayışta Ahmet Yesevi, Şeyh Edebali, Ahi Evran, Hacı Bektaş Veli, Mevlana Celalettin Rumi gibi önderlerin görüşlerinin saygı gördüğü, yeni kurulan Yeniçeri Ocağı’nın, kültürel bağlamda Hacı Bektaş Dergahı’na bağlı olduğu dönem.

İkinci dönem; yönetimde Türklerin dışlandığı, devşirmelerin etkin olduğu, inanç ve kültürel bağlamda Arap kültürünün, egemen olduğu, dönemdir. Yönetim kademesinde Türkçenin tamamen kenara itildiği, Arapça, Farsça ağırlıklı, halka hiç ulaşmamış, sadece sarayın bir bölümü ve bazı edebiyatçılar ortamında kullanılan, ‘Osmanlıca’ denen suni bir dilin revaçta olduğu dönem. Türkün, Türklüğün, Türkçenin bertaraf edilmesi için büyük çaba harcandığı bir dönem!

  • Millî Mücadele’nin kazanımı olarak getirilen, egemenliğin kaynağının ulus olduğu, çağdaş hukuk anlayışına dayalı, laik, demokratik, halkçı T.C. Devleti dönemi. Yazık ki bu değerler doğru anlaşılmadı, sindirilmedi, gereği gibi geliştirilemedi.
  • Karaman Beyi Mehmet Bey, Yunus Emre gibi halk ozanları, Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal gibi kanaat önderleri Türkçe yazmışlar, Türkçe söylemişler.
  • Mevlana Celalettin Rumi Farsça yazmış.
  • Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türkçeyi perçinleyen çiviyi çaktı, fakat zaman içinde onu bile zora soktular.

Dünya’daki Türklerin kültürleri arasında farklar olduğu bir gerçek. Güncel olarak kullanılan Türk Kültürü kavramının, ağırlıklı olarak, Anadolu Türk Kültürünü ifade ettiğini düşünüyorum. Bu düşüncem, eksiklerine rağmen Anadolu Türklerinin diğer Türk gruplarından daha iyi organize olmasından da ileri gelebilir, doğal olarak kendimizi daha çok konuşmamızdan da ileri gelebilir. Şöyle bir izlenimim var, sanki günlük yaşam ilişkilerinde etnik kimliği Türk olmayan vatandaşlarımızla ortak yanımız, Orta Asya’da yaşayan, etnik kimliği Türk olan soydaşlarımızdan daha fazla… Bu, bir yerde doğal bir sonuç olmalı, yaşanan kültürde, doğuştan sonra kazanılan kültürel değerlerin payının çok büyük olduğunun göstergesi.

Anadolu Türk Kültürü’nde, Orta Asya Türk kültürünün, Anadolu’nun yerli kültürünün, İslam inancının, Arap, Fars, Akdeniz, Batı kültürünün etkileri açıkça görülüyor. Bugün Anadolu’da bölgelerimiz arasında bile farklılıklar görünüyor, bunun bir nedeni, o insanlarımızın getirdikleri kültür, bir nedeni de karşılaştıkları yerli kültürün etkisidir.

Yaşanan kültür çağın koşullarına, anlayışına uymak zorundadır, yaşanan kültürümüzde aykırı durumlar var ise, doğru analizlerle tespit edilmeli, doğal yöntemlerle, düzeltmek ve geliştirmek için, başta aydınlarımız olmak üzere, herkes çaba göstermelidir.

Genel hatlarla, Türk Kültürü’nün ortak nitelikleri;

  • Tek Tanrıya inanır, inancı kuvvetlidir..
  • Hümanisttir, insanı değerler sisteminin merkezine oturtur.
  • Vatanseverdir, vatan için canını vermekten çekinmez.
  • Yardımseverdir, komşusu aç yatarken, tok yatmaktan rahatsız olur.
  • Kan bağına, aile değerlerine, örflerine bağlı çok bağlıdır.

Türk toplumundaki en büyük ayrışma, inanç bazındaki yorum, anlayış ve uygulama farklarıdır. Her konuda farklı yorumların olması çok doğaldır, yanlış olan insanların hoş görülü olmaması. Bir kesim, inanç konusunda çok katı bir tutum sergiliyor. Bilme, yorumlama, hüküm verme hakkını kendinde görüyor, karşı tarafın görüşünün de doğru olabileceğini kabul etmiyor. Bunu yaparken dindar rolü oynuyor ama İslam’ın “Herkesin inancı kendisini bağlar, takdir Allah’ındır” anlayışına saygı duymuyorlar. Kendilerini “Dindar” göstermeye çalışıyorlar, değiller “Dinciler”, amaçları inancını yaşamak değil, dini çıkarı için kullanmaktır. Karşı tarafı aşağılamak, sindirmek için, çok rahat, iftira edebiliyorlar. Bir gün “Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır” diye ahkam kesiyor, ertesi gün inancından dolayı “Katli vaciptir” diye fetva verip bir kesimi kitlesel imhaya tabi tutabiliyor. İslam’la, insanlıkla, toplumsal ahlakla bağdaşmayacak bu tutumu dinin gereği olarak göstermek onun karakteridir.

İslam dünyasının bugünkü geri kalmışlığının önde gelen nedeni, İslam’daki, ‘akıl’ ve ‘nakil’ ayrışmasıdır. Bir kesim, aklı, Allah’ın insanlara en büyük lütfu olarak kabul edip, onu kullanmaya, ondan yararlanmaya çalışıyor: akılcı yaklaşım. Bir kesim, aklı kabul etmeyip, bin dört yüz sene önce söylendiği iddia edilen, çoğu uydurma sözlerle bugünü yönetmeye çalışıyor nakilci yaklaşım.

Nakilci kesim, ne o sözlerin gerçekten söylenip söylenmediğini araştırıyor, ne de söylenmiş olsa bile, evrendeki kaçınılmaz değişimi ve gelişimi dikkate alarak, o gün veya o toplum için geçerli olabilecek düşüncelerin, bugün de, her toplum için geçerli olup olmadığını irdelemiyor. Daha korkunç olan, o kuralların İslam’la ilgisi olmadığını, Cahiliye Dönemi Arap kültürünün uygulamaları olduğunu bilmesine rağmen bunu yapıyor, çünkü amacı insanları sömürmek. Bu kesimin büyük çoğunluğu “biat” anlayışının esiri olarak, körü körüne, bağlandıklarının peşinden gidiyorlar.

İslam dünyasındaki anlayışların, yorumların bize yansımaması mümkün mü… Halimiz ortada.     Cumhuriyet döneminde ileri adımlar atılmakla beraber, bırakalım “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmayı” makul bir düzeye bile ulaşılamadı. Son dönemlerde gözle görülür derecede gerici adımlar atıldı.

Türklerin derin geçmişini tam ve doğru bilemediğimiz gibi yakın tarihimizi de tam ve doğru bilmiyoruz. Bunun sebebi elde olmayan nedenlerden çok yakın tarihimizin bize ideolojik olarak anlatılması, aldatılmamızdır. Geçmişi doğru bilmediğimiz için bir gün tapınırcasına ona sarılıyor, bir başka gün inkâr etme derecesine varan çelişkili tutumlar sergiliyoruz, sadece bilgisizlikten değil, büyük ölçüde ideolojik etkilerle.

Asırlar boyu, Türk olanı, Türk’e kırdırmışlar. Bu durum, Türk’ün kolayca kandırıldığının, kolayca tuzağa düşürüldüğünün göstergesi değil mi? Türk’ün bir parçasının öteki parçasını, babanın oğlunu, kardeşin kardeşlerini yok etmesi gerektiğine inandırılmış. Devletin sürekliliği, siyasi zaruretler bazı acı olayların yaşanmasını zorunlu kılabilir ama sorunlara akıllı çözüm bulmak gerekirken dini gereklere bağlamak, Allah’la aldatmak insanlık dışıdır.

Ana Dil Türkçe…

Kültürün orta direği ana dildir. Ana dil yaşayan kişiler arasındaki iletişim aracı olduğu gibi, kültürü gelecek nesillere aktaran temel araçtır. Ana dil olmazsa, kişiler içlerindeki cevheri dışa vuramazlar, paylaşamazlar, “trene bakar gibi” birbirlerine bakar dururlar.

Bir devlet savaşta yenilip siyasi varlığına son verilse bile, eğer güçlü bir kültüre sahipse, kültürel toplum olarak, varlığını sürdürür. Bir kültürü ortadan kaldırmak için en etkin yöntem onun ana dilini yozlaştırmaktır. Ana dili olmayan, ana dilini yaşatamayan bir toplumun kendi kültüründen söz edilemez.

Dünya coğrafyasının her parçasında doğrudan Türkçeye veya en azından izlerine rastlıyoruz fakat konuşanların sayısı çok az.   Türkçe çok eski bir dil fakat çağdaş bilimi, çağdaş felsefeyi, edebiyatı kapsayacak bir düzeye getirilememiş. Bunda dış etkenlerin de rolü olabilir, ama en büyük günah Türklerin kendilerinindir. Kendi dillerini geliştirmek yerine Arapçaya, Farsçaya, Fransızcaya, İngilizceye özenmişler.

“Osmanlıca” diye bir dil varmış gibi, 2014 yılında, okullarda mecburi eğitim kapsamına alındı. Osmanlı döneminde Saray’ın, sadece bir bölümünün ve bir kısım edebiyatçıların kullandıkları, Arapça, Farsça ağırlıklı biraz da Türkçe karması bir yazı şeklini ve bazı terimlerin listesini “Osmanlıca” diye takdim ediyorlar. Kullananların bile, kendi aralarında tam anlaşabilmelerini sağlayamayan, bir tür yazı şeklini “Osmanlıca” olarak ortaya atmak, Osmanlı’yı yüceltmez, aksine küçültür. Eğer Osmanlının dili onların takdim ettiği Osmanlıca ise yazık Osmanlının haline. Osmanlı, Oğuz Boyu’nun Kayı Aşireti’nden gelen bir Türk Soyu değil mi, niye soyunun dilini geliştirmemiş de melez, dar kapsamlı, bir “mezar taşı yazısı” türetmiş? Osmanlı halkının “Osmanlıca” denilen yazışma şekli ile uzaktan, yakından bir ilgisi olmuş mu? Soyundan kopuk, halkından kopuk bir grubun ideolojik çıkarlarını yansıtan dar kapsamlı bir zihniyet bir soya mal edilir mi? “Halkımız kültürünü öğrenmeyecek mi?”gibi içi boş ve büyük laflar söyleyenler, Osmanlıcayı savunur gözükürken aslında düpedüz kendi çıkarları uğruna Osmanlı’yı küçük düşürüyorlar.

Tarihi bilgiler açısından, kaynaklara ulaşmak için, bu dalda uzmanların yetiştirilmesi gerekli olabilir ama genelleştirmek yanlıştır. Yapılmak istenen işin asıl amacı Arap harflerine dönmektir. Cumhuriyeti ve Türkçeyi yıkmak için, bir karşı darbedir.

Karaman Oğlu Mehmet Bey, 1270 li yıllarda bir ferman yayınlamış; “Bugünden sonra, Divan’da, Dergah’ta, Bergah’ta, Meclis’te ve Meydan’da Türkçeden başka dil konuşulmayacaktır.”

Öngörüsü ne kadar güçlü bir Bey, Türklüğün yaşaması için temel faktörün dil ve Türkçe olduğunun bilincine varmış. 1270’li yıllar!… Karaman Oğlu Mehmet Bey’den sonra, 1930’lu yıllara kadar, bireysel bazı çabaların dışında, Mustafa Kemal Atatürk’ten başka, Türkçeye hizmet eden yönetici-siyasetçi yoktur. Atatürk, devlet adamı olarak da birey olarak da Türkçeye en büyük katkıyı yapmış, yatırımı kendi öz kaynaklarından karşılayarak Türk Dil ve Tarih Kurumu’nu kurmuştur.

Bugün, 2015 yılında, sokağa çıktığımda içim sızlıyor. İş yerlerinin büyük çoğunluğu tabelalarında kendilerini yabancı dille tanıtıyorlar. Bu yabancı dillere şimdi birde “Osmanlıca” etiketi altında “Arapça” eklendi.

Çin, Hint, Acem, Arap, Rus, Batı-Hıristiyan dünyası Türkün karşısında… En kötüsü de Araplaşmış Türkler, Gerçek Türklerin karşısında…

Türk önderleri, “Türk’ün, Türk’ten başka dostu yoktur’” demesin de, ne yapsın! Bu söz korku yaratmamalı, bilmek, uyanmak ve önlem almak için önemli bir uyarı olmalı. Gerçek akıllı Türk, uluslararası boyutta, insani değerleri göz ardı etmeden, ırkçılık yapmadan, Türk kültürünü korumak ve geliştirmek için bilinçli olarak bilimsel yöntemlerle bütün gücünü kullanmalıdır.