Bir taraftan Kurban Bayramı’nı, diğer taraftan 2007’nin bitişinin kafamda yarattığı karmaşık düşünceleri yaşıyorum.
Bitmek… Son bulmak… Umudun da bittiği bir son… Bir daha hiç olmamak… Düşünmesi bile insanı ürkütüyor, ama gerçek. Bitmeyi önlemek mümkün değil. İnsanlığın bilinen binlerce yıllık süreci bitti. Krallar, Sultanlar, Karunlar bitti. Benim ömrümün yetmiş iki yılı bitti. İnancıma göre, bitmeyecek tek şey yüce yaratanın varlığı ve gücüdür. O, gül ile zeytin ağacına, ateş böceği ile kaplumbağaya farklı ömürler biçmiş. Yaşadığı bilgi ve refah ortamına göre değişse de insan ömrünün ortalama yetmiş yıl olduğu söylenebilir.
İnsanlar ömürlerini uzatmak için büyük çaba harcıyorlar, buna hak veriyorum, ama asıl çabanın, biçilen ömür içinde, insanca yaşamak için harcanması gerektiğini düşünüyorum. Herkesin insanca yaşaması için insanların paylaşması gerekir. Lüks içinde yüzenler, normal bir yaşam sürdürenler, asgari insani koşullarda yaşayanlar ve sefalet içinde çırpınanlar var. Tümünü insanca yaşama ortamında buluşturmak mümkün mü? İnsanlar arasındaki bu büyük uçurumun çok çeşitli nedenleri var ama tam olarak tüm nedenleri bilemiyoruz. Bunun bir kader olduğu bile iddia ediliyor.
Görünürde, insanlar bu dünyaya eşit, yani, hepsi çıplak geliyor ve bu dünyadan hepsi çıplak gidiyor. Çıplak gidenlerin gittikleri ortamın koşullarını bilmiyorum, ama çıplak gelenlerin bir kısmının varlıklı bir ortama, bir kısmının ise yokluk veya sefalet ortamına gözlerini açtıklarını bilmeyen yoktur. Çocuğunun doğacağı ortamın koşullarını bilmesine rağmen, onu dünyaya getirmekten çekinmeyenler ile o dengesizliği azaltma gücüne sahip olanların kıllarını kıpırdatmamaları açıklanması güç bir konu. Mevcut ortamın oluşmasındaki sorumluluğu sadece yaşayan nesle yüklemek haksızlık olmakla beraber, sorumlulukta payı olan eski nesiller gitmişler, bitmişler, yoklar. Arkalarından mahkum etmek de bir yarar sağlamaz, onların hataları, bizim için, sadece ders olabilir. Yaşayan kesim olumsuzlukların yükünü taşımak zorunda, ancak, eğer ders alma yeteneğine, aydınlık, akılcı, bilimsel ve çağdaş bir kafa yapısına sahip ise, inanıyorum ki, hem kendi yükünü hafifletebilir, hem de gelecek nesillere, kendisinin devir aldığından, çok daha iyi bir miras bırakabilme onurunu kazanır.
Dünyaya T.C. vatandaşı olarak gözlerini açacak çıplak yavruların içine doğacakları ortamı düşünüyorum;
* Siyasi amaçlarla, en çok dış müdahalelere maruz kalan bir bölge olmasına rağmen, dünyanın en güzel coğrafyasına gözlerini açacaklar.
* Ekonomik, teknolojik, güzel sanatlar, felsefe ve hukuk sistemi bakımından gelişmiş dünyanın çağdaş standartlarının altındaki bir ortama ve borçlu olarak gözlerini açacaklar.
* Asırları içine alan devlet geleneğine sahip olmasına ve seksen yıllık çağdaşlaşma çabalarına rağmen, devletin temel belgesi olan anayasanın tümü ile tartışıldığı bir ortama gözlerini açacaklar.
* Erkek- kız, tüm çocukları kucaklayan, çağın gereklerine uygun bir eğitim sistemi yerine, bilimsellikten uzak, geçmişten gelen nakillere ve hurafelere dayalı, yasalarda tek yazmasına rağmen, uygulamada çok kulvarlı bir eğitim sistemi ortamına gözlerini açacaklar.
* Ulusun birliğini temsil eden TÜRK sözcüğünün, tarihsel ve kültürel boyutunu göz ardı edip, sadece etnik bir kavrammış gibi göstererek bölücülük ve ayrımcılık yapan insanlarla, bu yıkıcı yaklaşımı, düşünce özgürlüğü adına destekleyen aydın görünümlü sığ insanların etkin olduğu bir ortama gözlerini açacaklar.
* Ülkenin coğrafi bütünlüğünü parçalayarak, ayrı bir devlet kurma amacı peşinde koşan, ulusun insan ve maddi kaynaklarını gaddarca tahrip eden bir terörist grupla mücadelenin sürdüğü bir ortama gözlerini açacaklar.
* Devletin yönetim şeklini pozitif hukuk sisteminden uzaklaştırıp, dini kuralların egemen olduğu bir yönetim sisteminin hayata geçirilmeye çalışıldığı bir ortama gözlerini açacaklar.
* Bir kısım insanların, kendi ekonomik, siyasi ve dini ideolojilerini gerçekleştirmek için, dış güçlerle işbirliği yapmakta sakınca görmediği bir ortama gözlerini açacaklar.
O yavrular, gözlerini açtıkları zaman bunların hiçbirini görmeyecek, bilmeyecek ve anlamayacaklar. Bırakın gözlerini açtıkları zamanı, büyük çoğunluğu olgun yaşlara geldiği zaman bile bunları anlamayacak, çünkü aydınlanmalarına izin verilmeyecektir.
Devletler ve uluslar, uzun süre problemlerle yaşayamazlar, problemlerini çözemezlerse kendileri çözülürler. Yukarıda sıraladığım olumsuz ortamların benzerlerinin birkaçını bir arada yaşayan başka ülkeler de olabilir, ama bizimki gibi, bütün problemleri bir arada yaşayan bir ulus veya devlet olduğunu sanmıyorum. Varsa bile, onların varlığı, bizi, “beterin de beteri var, halimize şükredelim” gibi teslimiyetçi bir felsefeye boyun eğdirmemeli. İç ve dış fesat odaklarının bütün engellemelerine rağmen, Atatürk’ün gösterdiği yolda koşarak, sonradan bize vurulan zincirleri kırma azim ve iradesinde olan bir toplum olmalıyız..
Türkiye, bütün problemleri ile aynı anda baş edemeyeceği için öncelikler verilebilir. Ancak, her ne pahasına olursa olsun, öncelikle ve aynı anda, bölücüler, gericiler ve işbirlikçiler ile savaşmak zorundadır. Hiçbir problem gerçek yüzü ile ortaya çıkmadığı için onları algılamak ve gerçek boyutlarını görebilmek kolay değildir.
BÖLÜCÜLER; bölmek istiyorum diye ortaya çıkmıyor, kimliğim tanınmıyor, insan haklarından, demokratik haklardan yoksunum, bu hakkımı alabilmek için savaşıyorum, gibi iddialarla ortaya çıkıyor. Verilmemiş haklar var ise verilmelidir, ancak hak arıyorum söylemi ile devlete silah çekmek, vatani görevlerini yapan gençleri şehit etmek, ülkenin ekonomisinde onarılamaz yaralar açmak affedilemez.
GERİCİLER; insanları hurafelerin kıskacına alıp, sömürmek amacı ile ortaya çıkmıyor. İnanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü istiyorum gibi, karşı konulamaz söylemlerle ortaya çıkıyor. Fakat, inancının gereklerini serbestçe yerine getirmek ona yetmiyor, ötekileri de kendisine benzetmek, devletin hukuk kurallarını din temeline oturtmak istiyor. Bölünmek korkusu ve şehitlerin acısının şokunu yaşayan Türkiye, gericilerin fırsattan istifade, nasıl dal budak saldığının bilincinde değil. İnsanlarımız, dün yadırgadıkları, tepki gösterdikleri gerici söz ve davranışları bugün görmez veya umursamaz oldular. Dün, “örtünmeme karışma” diyen kesim, bugün ötekine, “sen niye örtünmüyorsun”, “sen ahlaken zayıfsın” suçlamasını, hem de saldırgan bir tutumla yapabiliyor. Laiklik anlayışının herkesin inancını serbestçe yaşamasının yanında, en önemli vasfının devletin yapısını pozitif hukuktan uzaklaştırılıp din kurallarına dayandırılmasını önlemek olduğunu kabul etmiyor.
İŞBİRLİKÇİLER; “Ilımlı İslam” dış kaynaklı bir proje olup, hem batı, hem de güney tarafından şiddetle desteklenmekte ve samimi inanlara da sempatik gelmektedir. “Ilımlı İslam” dincilerin amacının birinci aşamasıdır. T.C. devletinin temel ilkelerini ve seksen yıllık kazanımlarını ortadan kaldırmak için, batı, güney ve içteki dinci kesim işbirliği içindedir. Bu işbirliğinin Türkiye için doğuracağı korkunç sonuçları akıl yolu ile göremeyenlere bir önerim var. Lütfen 1979’lu yıllarda gerçekleşen İran’daki gerici darbeyi incelesinler. Darbenin lideri kimdi, nerde idi, kimler tarafından destekleniyordu, içte kimler, kimlerle işbirliği yaptı ve darbe sonunda kimler, kimin canına okudu. Türkiye’nin şimdiki durumu ile korkunç derecede benzeşen taraflarını açıkça görebilirlerse şok olacaklardır.
Büyük bir bedel ödense bile, bu devlet bölücülerin hakkından gelir ve ulus, dün olduğu gibi, yarında bir arada yaşama sağduyusuna ulaşır. Ama, dincilerin ve işbirlikçilerin hakkından gelebileceğimiz konusunda çok büyük korkularım var. Bu kesimlerden olmayan insanlarımıza bir çağrıda bulunuyorum; Ey aydınlar, lütfen teorinin tatlı söylemlerinden kurtulun, gerçekleri görün ve halkı aydınlatmaya çalışın. Ey halkım, büyük meziyetlerin olduğunu biliyorum, uyuduğun, uyutulduğun, aldatıldığın yeter, artık uyan, gerçekleri gör ve o meziyetlerini harekete geçir. Kurtuluş Savaşı kurtuluncaya kadar sürer. Yara kangren olmadan önlem almazsan ne bedel ödeyeceğini kestiremezsin. Yazık değil mi, sana. Yazık değil mi, bu ülkeye çıplak doğacak yavrulara. Bu dünyada haklar bile güçle elde edilebilmektedir. Gücünün kaynağı, uyanmak, aydınlanmak, çağdaş değerlere sahip çıkmak, aklı ve bilimi rehber edinmendir.
Güle, güle 2007… Hoş geldin mutlu yarınlar…
20 Aralık 2007