TARİHİ YORUMLAMAK

Demokrasi ile aldatmak

Türkiye çok zor günlerden geçiyor. Çile, zorluk, sanki onunla özdeşleşmiş durumda, fakat bu sefer ki, kapsamı ve içeriği bakımından daha farklı. Dilerim sonu kötü gelmez.

İnsanların, toplumların, sevgi, saygı, vefa duygusu, ideoloji, inanç, onurlu ve güvenli yaşam arzusu kaynaklı değerleri vardır. Değerler, manevi bir tatminin veya maddi bir güvencenin aracı olduğundan, onları yaşatmak için, büyük bedeller ödemek zorunda kalınabilir. Değerlere bağlılıkta aklın ve iradenin önemli bir yeri vardır. Eğer akıl geri plana itilir, sorgulama devreden çıkarılırsa, iradede de ortadan kalkar ve değere bağlılık, değere esarete dönüşür. Bu durumda, güzel değerler, kötü niyetli insanlar tarafından toplumu aldatma ve sömürme aracı olarak kullanılabilir. ‘’İdris kisvesine bürünmüş iblisler’’ aklı gelişmemiş, düşünmekten ve sorgulamaktan aciz, ezbere dayalı nakillerin esiri olmuş insanları, kendi değerleri ile çok rahat aldatırlar.

Yaşar Nuri Öztürk’ün ‘’Türkiye’yi Kemiren İhanet, Allah ile Aldatmak’’ isimli kitabını okumamış olanlara, içtenlikle, vakit geçirmeden okumalarını öneririm. Ulvi din inancının nasıl saptırıldığını, insanların, Allah ile nasıl aldatıldıklarını açıkça göreceklerdir.

‘’Türk halkı, Allah ile aldatma tezgahlarının ustalıkla işlettikleri bu ‘sevap’ oyunuyla avunurken yaşadığı dinin Kur’an’la ilgisi büyük ölçüde yok edilmiş, dinde Kur’an’nın yerini Arap-Emevi saltanatı ideolojisinin kutsallaştırılmış sloganlarıyla İslam dışı örflerin uydurmaları almıştır.

Türk halkının en büyük zaafı, dini uyanma ve sorgulama aracı olarak değil de uyuma ve susma aracı olarak kullanmasıdır.

Bugün insanlık ve o arada bizim insanımız, Allah ile aldatılmanın en zorlu devresini yaşıyor. Küresel ve organize aldatma sektörlerinin faaliyette olduğu bir süreçtir bu. ‘Dinsiz zulümlere tepki’ adı altında din adına zulmetme sürecidir bu.

En tehlikeli aldatış, şu ikisidir: “Dünya nimetlerinin araç yapıldığı aldatış, Allah’ın araç yapıldığı aldatış.” (Y. Nuri Öztürk, Allah İle Aldatmak.)

Bu çalışması için alkışlanması gereken Yaşar Nuri Öztürk, korkarım, çıkarları zedelenenler ve okuduğunu anlamayanlar tarafından acımasızca eleştirilmiş, hatta suçlanmıştır.

İnanç, insanın manevi dünyasının, demokrasi de insanın, dolayısıyla toplumun siyasi yaşamının temelidir. Demokrasi, insan onuru ve toplum çıkarları açısından bilinen en iyi siyasi rejimdir. Bugün dünyada tek tip din de, tek tip demokratik rejim de yoktur. Farklılıklar özle ve şekille ilgilidir. Aydınlanmış, gelişmiş ülkeler, dinlerinin de demokrasilerinin de özünü kavradıkları için, görünen şekil farklılıkları o ülkenin yapısına has, önemli olmayan ayrıntılardır. Aydınlanmamış, geri kalmış toplumlar, değerlerin özünü kavrayamadıkları için şekli ön plana çıkarmışlardır. Şekilci toplumlar, dinle ve demokrasi ile aldatılmakta, sömürülmektedirler.

*

Türkiye, onlarca yıldır, insanlarının mutluluğunu, ülkesinin bütünlüğünü, siyasi rejiminin sürekliliğini güvence altına alamadı, hep zorluklarla, yoluklarla, tehditlerle birlikte yaşadı. Bu dönemde, hepimiz farkında olmasak da, tehlike şekil ve kapsam bakımından korkunç boyutlara ulaştı. Tehlikeyi ortadan kaldıracak, aydınlanmış bir kafa yapımız, kültürel, ekonomik ve teknolojik gücümüz yok. Sahip olduğumuz askeri güç de “demokrasi karşıtı ve darbeci” senaryolarının hedefine oturtulmuş durumda. Akıldan ve sağduyudan nasibini almamış bu çirkin saldırıların amacı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) sindirmektir. Eğer bunda başarılı olurlarsa, Türkiye üzerinde siyasi ve ideolojik emelleri olan dış güçlerin ve iç odakların önünde hiçbir engel kalmayacaktır.

*

İnsan onuruna ve toplumun çıkarlarına en uygun rejim olarak nitelediğim demokrasi, dünyada hiçbir ülkeye demokratik yollardan gelmemiştir. Demokrasinin beşiği olan batıda halk, laiklik ve demokrasi yolunda din baronlarına ve krallara karşı büyük savaşlar vermiştir. İngiltere’de Kromvel hareketi, Amerika’nın bağımsızlık savaşı, Fransız İhtilali, bağımsızlık ve demokrasi hareketleridir. Akıllı ülkeler, demokrasiye kavuştuktan sonra, onu korumanın etkin yollarını hayata geçirdiler ve ödedikleri bedel boşa gitmedi.

Bizim demokrasi mücadelemiz, ilk somut meyvesini 1876’da, birinci meşrutiyetin ilanı ile verdi. Meşrutiyeti ilan etmeyi kabul ettiği için padişah yapılan Abdülhamit, bir yıl sonra meclisi kapatarak, körpe demokrasiye ilk darbeyi vurdu. Garip bir tecelli, bizde bir kesim, demokrasiye darbe yapan Abdülhamit’i yere göğe koymaz, hatta devletten ödül almış bir tarih profesörünün görüşü, Türkiye’de Cumhuriyetin temelini ilk atan Abdülhamit’tir. Bu açıkça şunu gösteriyor, bizde bir kesimin, demokrasi ve darbe anlayışı, genel anlayıştan çok farklı.

Yürürlükteki anayasamıza göre Türk Demokrasisi, “Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Ulusundur’’ ilkesine dayanmaktadır. Bu ilkeyi, bu ülkede yaşama geçiren Mustafa Kemal Atatürk ve TSK’dır. Gariptir, bugün Türkiye’de, bir kesim, Atatürk’ü “diktatör”, TSK’yı “darbeci” diye suçlamaktadır.

Abdülhamit yönetiminin bariz karakteri, “İslamcı” oluşuydu. Mustafa Kemal Atatürk yönetiminin bariz karakteri ‘’Laik’’ oluşudur. Toplumun bir kesimindeki Atatürk düşmanlığının ve Abdülhamit hayranlığının kaynağı, “İslamcı” ve “Laik” kavramlarının içeriği ve toplumsal hayattaki rolleridir.

Halkımızın büyük bölümü saf ve temiz insanlardan oluşuyor, bu güzel bir vasıftır, ancak saf insanların, “İdris kisvesine bürünmüş iblisler” tarafından kolayca aldatıldıkları da bir gerçek.

Yok olmaktan kurtulup, 24 Temmuz 1923’te uluslararası bir statüye kavuştuk. 29 Ekim 1923’te siyasi rejimimizi tüm dünyaya ilan ettik. Karnımız hala açtı ama sınırlarımız güvenceye alınmış, uluslararası ortamda onurlu bir yer edinmiştik. Hedef güçlenmek, çağdaşlaşmak, yöntem demokrasi olarak belirlenmişti.

Demokrasinin vazgeçilmez ilkesi, laiklik anlayışıdır. Bu düşünceyi benimsemeden egemenliğin kaynağını belirleyemezsiniz. Yazık ki, bizde “iblisler” laiklik ilkesini, “dinsizlik” olarak niteleyerek, toplumu aldattılar ve laikliği demokrasimizin önüne en büyük engel olarak yerleştirdiler. Din duygusunu kullanarak halkı sömürenler, inancın vicdanlara yerleştirilmesini bir türlü kabul etmediler. Çünkü, o taktirde, Allah ile kul arasındaki aracılık imtiyazını kaybedeceklerdi, onlar kendilerini, cahiliye döneminde Kabe’de bulunan putların yerine ikame etmişlerdi.

Egemenlik hakkı ulusta değilse, demokrasi olmaz, bu da ancak laik rejimle mümkündür. Onlar, din sözcüğünü gerçek dindardan, demokrasi sözcüğünü gerçek demokrattan daha çok kullanıyorlar, öyle oldukları için değil, o sözcüklerle hedef kitlelerini aldatmak için. Evrensel demokrasi onların amacı değil, hedeflerine götüren bir araçtır.

Demokrasimizi bu açmazdan, demokrasimizin hukukunun kurtarması gerekir, ama yazık ki, şu veya bu sebeple, hukuk bunu yapmıyor, yapamıyor, yaptırmıyorlar. Bu durumda ya demokrasiden ilelebet vazgeçilecek ya da demokratik olmayan bir yöntemle, demokrasi tasalluttan korunacak. İki ucu pis bir sopa, neresinden tutulsa el kirlenecek. Yaşadığımız acılar, bu iki seçeneğin de doğru olmadığını bize kanıtladı. Yapılacak şey, yılmadan, demokratik yöntemlerle demokrasiye sahip çıkmak. Bu kolay olmayacak, çabuk olmayacak, ama sonunda akıl, sağduyu ve insani değerler galip gelecek.

Son günlerin akıl almaz bir yaklaşımı; “12 Eylül’ü yapanlar yargılansın.”

12 Eylül’ü yapanlar yargılansın da, ondan önce, 12 Eylül ortamını hazırlayanlar niye yargılanmıyor?

Sanki, 12 Eylül öncesi demokrasi şıkır, şıkır işliyor, insanları birbirini boğazlamıyor, Türkiye yeni cumhurbaşkanını seçmiş, toplum refah, huzur ve güvenlik içinde idi de birileri, keyif için veya hırs uğruna darbe yaptı. 12 Eylül’den sonra yapılan birçok şeyi onaylamıyorum, bazılarını kınıyorum, o ayrı bir konu.

12 Eylül’ün getirdiği anayasaya bu toplumun yüzde 90’ından fazlası evet demedi mi? Eğer o referandum halkın iradesini yansıtmıyorsa, aynı halkın bugünkü seçimlerde iradesini tam yansıttığı iddia edilebilir mi?

12 Eylül yargılansın diyenlerin bir bölümü, 12 Eylül’ün kurumlarında görev alıp, kurallarını uygulamış ve ondan çeşitli şekilde nemalanmış insanlar değiller mi?

Yargılama sonunda, hangi yanlışlar ayıklanacak, hangi yanlışlar korunacak? Amaç, yeni bir kargaşa yaratmak, toplumu oyalamak, aldatmak değilse, bu yargılamanın akıl ve mantıkla bağdaşır bir yanı var mı? Yeni darbelerin önünü kesmek için, demokrasimizin eksikleri giderilsin, yanlışları düzeltilsin, korunma yöntemleri, akılcı, hukuki ve etik ilkeler doğrultusunda kuvvetlendirilsin, buna kimin itirazı olur?

Darbeleri önlemenin ilk şartı, darbeye davetiye çıkaran ortamın oluşmasını önlemek, oluşmasında hatası olanlardan hesap sormaktır. T.C. Devleti’nin kurucularından, ikinci adam konumundaki İsmet İnönü, TBMM’de yaptığı konuşmada, “Şartlar gerektirirse ihtilal meşru olur’’ demedi mi?

Demokrasiyi dejenere edenlerden, demokrasi hukukunu işletmeyenlerden, demokrasiyi kendi ideolojisi için araç olarak kullananlardan hesap sormadan demokrasi kurtarılamaz.

Anayasaya göre bağımsız olması gereken yargı, yürütmenin etkisinden kurtarılmadan demokrasi kurtarılamaz.

Milletvekili ve bürokrat dokunulmazlıklarının suçlara kalkan yapılması önlenmeden, demokrasi kurtarılamaz.

Demokrasinin vazgeçilmez bir aracı olan seçimlerde, halkın iradesinin, yönetime tam olarak yansıtılması sağlanmadan, demokrasi kurtarılamaz.

Çağdaş demokrasilerde var olan, demokratik kurum ve kuralları hayata geçirilmeden, demokrasi kurtarılamaz.

İnsan hakları ön plana çıkarılmadan, demokrasi kurtarılamaz.

Demokratik sistemin, kendini geliştirme ve koruma mekanizması etkin bir şekilde kurulup işletilmeden, demokrasi kurtarılamaz.

Teorik düşüncelerin yanında, yaşadığımız olayların öne çıkardığı bir hususu, önemle vurgulamak isterim: Türk ulusunun ve T.C. Devleti’nin bekası için, çok önemli, çok hassas bir kurum olan TSK’yı yıpratmak, demokrasinin de ulusun da T.C. Devleti’nin de altını oymak demektir. Böyle bir aymazlığı, nankörlüğü, ihaneti kimse mazur göremez, görmemelidir. TSK kimsenin babasının malı değil, Türk Ulusu’nun özüdür. Eksikleri olabilir, düzeltmek ulusun görevidir. Aynı zamanda, TSK’yı çirkin isnatlardan korumak da ulusun görevi ve sorumluluğudur. İnsanlarımız, “İdris kisvesine bürünmüş iblisler” tarafından aldatıldığı için, bugün bazı şeylerin farkında değil. Mutlaka uyanmalı, aydınlanmalı, gerçekleri görmeli ve akılcı, etkin önlemleri almalıdır, yoksa kendisi de ulus da ülke de biter.

Değerlerine sahip çıkmayanların geleceği olamaz.

29 Haziran 2009