Köleler, siyasi esirler, düşünsel gelişimlerini tamamlamamışlar, fanatik inanç ve ideoloji bağımlıları, gelenek zincirlerini kıramamışlar, maddi çıkarlarını etik değerlerin önünde tutanlar, bilinçten yoksun olanlar, özgür değillerdir.
Yaşam, sanal algılamalar ve gerçeklerle dolu. Doğru, yanlış, kaçınılmaz ayırt edilemiyor, kriterler, anlayışlar, daha da önemlisi çıkarlar çok farklı. Yanlış bile olsa, özgür irade ile yapılan işleri hoş görme, doğru bile olsa, zorla yaptırılan işleri tasvip etmemek eğilimindeyiz. Gönül hem özgür iradeyi kullanmayı, hem de doğruyu yapmayı istiyor, bunun için de bilgi, bilinç, onur ve güç gerekiyor ki, onların da ne kadar var olduğu tartışılır.
Demokrasi günümüzün değerler sisteminin temel taşlarından birisidir. Eksik nitelikli demokrasiler olabilir, fakat katılımcı bireyler özgür iradeye sahip değillerse, şeklen var gözükse bile demokrasi olmaz.
Köleler, siyasi esirler, düşünsel gelişimlerini tamamlamamışlar, fanatik inanç ve ideoloji bağımlıları, gelenek zincirlerini kıramamışlar, maddi çıkarlarını etik değerlerin önünde tutanlar, bilinçten yoksun olanlar, özgür değillerdir.
TDK’nın Türkçe sözlüğüne göre; “Özgür; Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya, şarta bağlı olmayan, serbest, hür. Yönetim bakımından yabancı bir gücün etkisi altında bulunmayan, başka bir yönetime bağlı olmayan, bağımsız, hür. Kendi kendine hareket etme, davranma, karar verme gücü olan. Tutuklu olmayan. Başkasının kölesi olmayan. Siyasi bir güç tarafından denetlenmeyen, engellenmeyen. Toplumsal baskılara, özellikle görgü kurallarına, boyun eğmeyen, tavır ve davranışlarında serbest olan” demektir.
Özgürlük kural tanımazlık olarak algılanmamalı. Uzlaşma kültürü, düşünce ve inanç özgürlüğüne saygı, özgür iradenin ürünü ise daha anlamlıdır.
İnsan, dünyaya kendi iradesi ile gelmediği gibi, düşünme yeteneğinden ve yapabilme gücünden yoksun olarak geliyor. Buna karşın bebeklerin genlerinde, gelişme, öğrenme, değerlendirme ve yapabilme gücünün mükemmel bir alt yapısı var. Kişiliğin gelişmesinde coğrafyanın ve kültür ortamının büyük etkileri olmakla beraber, en etkin faktörler, bebeğin genetik yapısı ile ona uygulanan fizyolojik ve düşünsel beslemedir. Aynı coğrafyadaki bebeklerin büyüdüklerinde ayrışmaları veya farklı coğrafyalardaki bebeklerin büyüdüklerinde, çağdaş değerlerde birleşmeleri bunun kanıtıdır. Gelişmekte olan beyinleri karartmak veya ideolojik olarak şartlandırılmak, özgür iradeye vurulan en büyük darbedir.
Bu düşünceler paralelinde, Türkiye’ye göz atarsak, birbirinden çok farklı üç dönem görürüz.
Atatürk öncesi; Akla gelen bütün değerleri tüketilmiş bir toplum, ömrünü doldurmuş bir devlet ve işgal altında bir ülke.
Atatürk dönemi; Allah vergisi bir ön görüyle, Türk insanının her şeyi elinden alınsa bile, özündeki cevherin yok edilemeyeceğini fark etmiş, Türk’ün haklarını koruyabileceğine inanmış bir Mustafa Kemal. Her türlü işgale son verildi, Lozan koşulları elde edildi, Hatay Misak-ı Milli hudutları içine alındı. Büyük insan yaşasaydı, toplumunun ümmetten ulusa dönüşmesi tamamlanırdı.
Atatürk sonrası; Atatürk’ün ulaştığı çizgi korunamadı, sistemli olarak geriye gidildi. Bağımsız değil, Batı’nın ve Güney’in uydusu olundu… Ortadoğu’nun çok karmaşık koşulları göz ardı edilip, Filistin sorunu Gazze sorununa indirgenerek, Hamas’la sarmaş dolaş olundu. “Adalet Mülk’ün Temelidir” gerçeğine sırt çevrilip, “gizli tanıklar”, “düzmece belgelerle” adalet kullanılarak, Devletin temel kurumları yıpratıldı, insanlar bir korku ortamına sokuldu. “Etrak-ı bi idrak” ve “Kavmi Necip” anlayışı, “Türk’ün, Arapsız yaşayamayacağı” iddiasıyla perçinlenerek, Türklük, Türk Ulusu yok edilmeye çalışılıyor. Bunların sorumlusu, elbette, Türkiye’yi yönetenlerdir, fakat ister bilerek, ister aldanarak, “Ehil olmayan” insanlara yönetme yetkisi veren insanlarımız da sorumludur.
Çok zor durumda olmamıza rağmen, Türklüğümüzle gurur duyarak, bilinçli ve özgür irademizle, taşları yerli yerine oturtup, özellikle, yaratan adına ahkam kesen aracılardan kurtulup, akılcı ve bilimsel yöntemlerle gerekeni yapabilirsek kazanacağımıza inanıyorum.
Arayışınız bitmesin…
12 Haziran 2010