ÜLKEM – İLKEM

Tanımak

Üçüncü bir kişiyi görünce, yanımızdakine sorarız;

– Tanıyor musun, kim bu? Cevaplar değişiktir

– Tanıyorum, ……. kendi halinde, efendiden bir kişi, .……’de oturuyor.

– Çok tanımıyorum, sadece merhabamız var, sanıyorum emekli. – Sen de tanırsın, bizim ……ın kardeşi. İyi bir çocuk, ama boş gezenin boş kalfası.

– Bizim bu yöreden ama, ne yaptığını bilmiyorum. Galiba, biraz karanlık birisi. – ……..’da çalışıyor. Durumu iyidir. ……larla ilişkisi var.

Cevaplar, soruya karşılık bir bilgi veriyor, ama bu bilgiler ne kadar yeterli veya yeterli olsa bile ne kadar doğrudur düşünülmeğe değer. Eksik veya özellikle doğru olmayan bilgiler, yanlış kanaatlere götürür. İki taraf için de çok büyük sakıncalar doğurabilir. ‘’Bana arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim’’ demiş, bilge kişi. Tanımak, kişinin künyesinden öte, kültür düzeyi ve davranış biçimleri hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirir. Yeterince tanınmayan insanlarla girişilen ilişkilerde, her zaman, sürprizlerle karşılaşmak ve hayal kırıkları yaşamak mümkündür. Olmaz böyle şey. Gördün mü adamın yaptığını? gibi ifadelerle isyan ettiğimiz olmuştur. Çok defa da, yanılgının nerede olduğunu irdelemeden karşımızdakini suçlamışızdır. Kolaycı bir yaklaşım veya kendimize toz kondurmak istemeyişimizin bir sonucudur. Belki de, o kişi her zaman öyle idi ve biz öyle olduğunu bilmeden, onunla ilişki kurduk. Karşımızdakileri ve kendimizi doğru tanısaydık, sürtüşmelerin oranı azalabilirdi. Tanımanın içinde iki farklı boyut daha var: Karşı taraftan beklentilerimiz ve kendimize biçtiğimiz değer. Beklentilerimiz abartılı ise, karşı tarafın normal davranışları bile bizi mutsuz edebilir. Kendimizi farklı görüyor ve bu da, başkalarına yapılsa bile, bana yapılmazdı diyorsak, çevreden kopuk bir anlayış içindeyiz demektir. Bunların nedeni, kendimizi ve karşımızdakini eksik veya yanlış bilgilerle tanımaktır. Düşünün ve kendinize cevap verin; kendinizi, aile fertlerinizi, amirinizi, memurunuzu, iş ortağınızı, seçtiğiniz insanları, sizi seçen insanları, çevrenizdeki canlı ve cansız yaratıkları, doğa kurallarını, toplumun kültürel değerlerini ne kadar tanıyorsunuz? Ben kendi cevabımı vereyim. Kesin ifadelerden kaçınırım, fakat, kesin olarak söylüyorum, en başta kendimizi ve yukarıda sıraladığım hususları yeterince tanımıyoruz. İlişkilerdeki uyum eksikliğinin, sürtüşmelerin, hayal kırıklıklarının ve hatta kavgaların sebebi partnerimizi tanımamaktır. Tanımamanın bizden, toplumsal kurallardan, imkansızlıklardan kaynaklanan sebepleri olabilir. Sebep sonucu değiştirmiyor. Ne biçim insanlar? Ne biçim kurum? Ne biçim devlet? Bu devirde böyle şey olur mu? gibi, isyanları oynamak, şarlatanlık değilse, en azından, kendini aldatmaktır. O şikayet konularını tanımak ve düzeltmek için, ne çaba harcadığımızı sorgulamak gerekir. Dünyanın birçok bölgesinde benzer şeyler yaşanıyor. Fark, ilkel toplumlarda hata oranı yüksek, gelişmiş toplumlarda hata oranı düşük. Fark, ilkel toplumlarda hatalar, kaderim diye algılanıyor, gelişmiş toplumlarda hatanın hesabı soruluyor. Bunlar mazeret değil, sonunda her koyun kendi bacağından asılıyor. Kendine yararı olmayanın başkasına yararlı olması mümkün mü? Doğrularla, gerçekler birbirinden farklıdır. Doğrular, toplumun ortak değerleri veya bizim kendi yargılarımızdır. Gerçekler ise bizi zorlayan koşullar, belki de çevremizdekilerin doğrularıdır. Doğru ile gerçekler sürtüşüyorsa, en azından o dönem için, doğrunun yararı/uygunluğu tartışılır. Doğru, bir başka değerle çatışıyorsa, en azından, o konumda doğrunun, doğruluğu tartışılır. Bu tür sürtüşmeler nedeniyle doğrulardan vazgeçmek olmaz fakat, uygun koşullar oluşuncaya kadar, uygulamalar ertelenebilir, farklı davranışlar sergilenebilir. Doğrudan beklentimiz bazen bir ilke oluşudur, bazen de yararlı oluşudur. Anlaşılmayan doğruyu dayatmak yerine, doğrunun anlaşılması için uygun koşulların oluşturulması için çaba harcanmalıdır. Doğruları kabul ettirmek için, itici, küçümseyici, dayatmacı tutumlar izlemek doğruları sevimsiz gösterebilir. Şu bir gerçek ki, toplumsal olaylarda, yanlışların bir çoğunun, yanlış olduğu bilinmiyor. Aksine o yanlış, doğru olduğu zannıyla yapılıyor. Üst kültür düzeyine ulaşma şansına sahip olamamışları eğitmeli fakat, yanlış oldukları için ezmemeli. Ayrıca bizim doğrularımızın mutlak doğrular olduğu da tartışılır. Amacın doğruluğu kadar, yöntemin doğruluğu da önemlidir. Sadece iyi niyetle bir yere varılamıyor. Kendini tanımak, ötekileri tanımak, çevreyi (koşulları) tanımak, amacı ve yöntemi doğru tespit etmek, inançla, sevgiyle, sabırla, azimle yola devam etmek topluma hizmet etmenin vazgeçilmez koşullarıdır. Geçenlerde, iki dostumun, CHP ile ilgili tartışmalarına şahit oldum. Ummadığım tavırları izledim, beklemediğim sözleri duydum. Birisi genç, öteki olgunluk yaşını da aşmış iki CHP’li. Genç olan, çağdaş kriterler ve Türkiye’nin gerçekleri açısından bugünkü CHP’nin yetersiz ve yanlış olduğunu söylüyor. Yaşlı olan, ben bu partiye elli yılımı verdim, tabandan başlayıp parti içinde bir yerlere geldim, diyor. Genç olan, bu çabalara saygı duyduğunu, ancak, bugünkü durumun farklı olduğunu ileri sürüyor ve şimdiye kadar oy verdiği CHP’ye, artık oy vermeyeceğini, söylüyor. Yaşlı olan, CHP’nin Atatürk’ün partisi olduğunu, milletin bu partiyi tam anlamadığını, diğer parti başkanlarının hep ABD’den icazet alarak işe başladığını söylüyor ve bu durumda CHP ne yapsın, savunmasını yapıyor ve biraz da hırçınlaşıyor. Biz bu kadarını yaptık, siz ne yaptınız? gibi sözler söylüyor. Özetlemeye çalıştığım bu tartışmada iki tarafın da, doğruları ve yanlışları var. Yaşlı olan, kendi geçmişini CHP ile özdeşleştiriyor ve CHP’yi savunurken bir anlamda kendini savunuyor ve genci küçümser gibi bir havaya bürünüyor. Eski askerlerin, -Biz zamanında ne çileler, ne yokluklar çektik- diyerek gençleri küçümsemesi gibi. Halbuki, gayet iyi biliyorum, yaşlı olan, kendisi de zaman zaman CHP yönetimini eleştiriyor. O hakkı kendisinde görüyor ama bir başkasının eleştirisine tahammülü yok. Genç olan, eleştirilerinde teorik olarak çok haklı olmakla beraber, teori ile gerçeklerin her zaman beraber gitmesinin mümkün olmadığını göz ardı eder gibi bir tavır sergiliyor. Ayrıca, yaşlının psikolojisini ya tanımıyor ya da dikkate almak istemiyor. Hep aynı klasik lafları tekrarlamakla bir yere varılamayacağını söylemesi, yaşlıyı, bir anlamda çileden çıkarıyor. Aslında ikisi de CHP’li. Aralarındaki fark; Genç, CHP’nin iyi olmasını istiyor ve şu hali ile iyi olmadığını söylüyor. Yaşlı, ise CHP’yi mazur göstermeye çalışıyor. İki CHP’li arasında bir sürtüşme var, nerede ise kavga edecekler. İkisinin de maksadı bir fakat, yaklaşımları çok farklı. Hem birbirlerine, hem de CHP’ye farklı bilgilerle ve farklı açılardan bakıyorlar. Tanıma eksikliği ve yöntem hatası var. Bana bu yazıyı yazdıran işte bu tartışma oldu. Söz CHP’den açılmışken birkaç söz de ben söylemek isterim; CHP denilince, ‘Hangi CHP?’ diye soruyorum. Bugünkü CHP, CHP-B dir. Yani Baykal’ın CHP’sidir. Asıl CHP, Atatürk’ün CHP’sidir. CHP-B, asıl CHP’nin, maddi ve manevi mirasını kullanmakla beraber, fikir yönünden onunla hiçbir ilgisi kalmamıştır. CHP-B, Atatürk döneminin söylem ve ilkelerini modası geçmiş kabul ediyor. Belki de küçümsüyor. Çünkü onları anlamaya, çağa uydurmaya ve savunmaya gücü (bilgisi, birikimi, Türkiye’nin gerçeklerini tanıması gibi…) yetmiyor. Baykal, yakasında taşıdığı altı ok için ‘’O bizim nostaljimiz’’ diyebiliyor. Siyasetin gerçekçiliğini, nostaljinin duygusallığı ile nasıl bağdaştırıyorsa. Bugünkü CHP-B’ye en uzak duran kişi, İsmet İnönü’yü genel başkanlıktan düşürüp, CHP’nin üçüncü genel başkanı olan Bülent Ecevit’tir. Kendi evini terk eden bir baba, gibi bir şey. Bu garabeti nasıl izah ederiz. Baykal, seçimde baraja takıldı, istifa etti, kendisini fazilet sahibi bir lider gibi göstermeye çalıştı. Tabii bu bir senaryo idi. Çeşitli entrikalarla, kendisini vazgeçilmez bir lider konumuna sokup tekrar geldi. Yerine kim gelir, bilemem. Gözümün kestiği bir kişi de yok, ama kim gelirse gelsin yeter ki; Baykal ve ekibi değişsin. Eğer gerekirse, yerine geleni değiştirmek Baykal’ı değiştirmekten çok daha kolaydır. Eksik tanımak, yanlış tanımak herkes için geçerli bir handikaptır. Tabii ki, benim için de geçerli. Eğer ben, bazı şeylerin farkına kırk sene sonra varabilmiş isem, bunu ayıbını kabulleniyorum. Akıllılar, hatadan daha çabuk kurtulur. Diğerleri, daha geç görür veya hatayı nostalji kılığına sokar. Ne yaparsın, öğrenmenin sonu yoktur. Arayışlar bitmesin…