Bundan önceki bir yazımda, 2004 yılında Türkiye’nin üç önemli olayı yaşayacağını söylemiştim. Bunlar; Mahalli seçimler, Kıbrıs ve Avrupa Birliği ile ilgili olaylardır.
Kıbrıs konusuna bir önceki yazımda değindim. Hatası ile, sevabı ile Kıbrıs konusu dönüşü olmayan bir yola girdi. İstesek de istemesek de, 1 Mayıs 2004’ten önce Kıbrıs sorunu bir sonuca bağlanacak. Bizim ve karşı tarafın kabul etmediği hususları, BM Genel Sekreteri dikte ettirecek. Bu yetkiyi ona verdik. Tek engel referandumda “Hayır” demek. Bu yapılabilir mi? Cevabını veremiyorum. Böyle mi olmalıydı? Hayır. Bilgili, gerçekçi ve kararlı bir politika bu tür bir yaklaşımı kabul etmez.
Avrupa Birliği’nden göz boyayıcı mesajlar geliyor. Ne kadar samimi veya değil, kestirmek zor. Aralık 2004 e kadar, tahmin yürütmekten başka bir şey yapamayacağız. Türkiye, son zamanlarda, Avrupa birliği kriterlerini yakalamak için büyük çaba sarf etti. Takdirle karşılamak gerekir. Ancak bunun da sakıncası var. Uzun zaman hiçbir şey yapma, sıkışınca aşırı çaba göster. Gönül isterdi ki, aceleye getirmeden, sindire, sindire bu düzenlemeler yapılsın ve neyi, ne için yaptığımızı bilelim. Acele işe şeytan karışır deriz, ama çok defa işlerimizi, yumurta kapıya geldikten sonra çözmeye çalışırız. Korkarım ki, Avrupa Birliği istiyor diye bazı kurumlarımızı etkisiz hale düşüreceğiz. Her toplumun ve toplumsal yapının kendine özgü kuralları, dinamikleri vardır. Yapıyı kurmak zor, bozmak çok kolaydır. Avrupa Birliği bir hedeftir, ancak her şeye rağmen olmamalı.
28 Mart 2004, Mahalli Seçimleri şu anda bizim en önemli konumuz. Bu seçimleri başarı ile aşmak Türkiye’ye büyük kazançlar getirecektir. Seçimler yapılacak. Bundan önceki onlarca seçim gibi, bu seçim de yapılacak ve seçim sonunda, hakkında ileri geri, birçok şey konuşulacak. Bunlar olağan şeyler. Benim, bu seçimleri başarı ile aşmaktan kastım biraz farklı. Seçim demokrasinin bir aracıdır. Amaç, seçim yapmak değil, demokrasiyi hayata geçirmektir, demokrasiyi yaşamaktır. Rejimimizin adı CUMHURİYET, Cumhuriyetimizin vazgeçilmez vasıfları ise DEMOKRATİK ve LAİK olmasıdır. Püf noktası burası. Anayasa ve ilgili yasalarda böyle yazılı ve çoğumuz sözlerimizde hep bunları tekrarlarız. Laik, Demokratik T.C. Ama gerçek ne kadar böyle. Yazılı kurallara toplum-ulus sahip çıkmazsa, kurallar mükemmel görünse de, kağıt üzerinde kalmaktan daha ileri gidemezler. Ulusumuz, şimdiye kadar, yazılı kurallara gereği gibi sahip çıkabildi mi? Hayır. Kabahat ulusta mı? Hayır. Eksik, yanlış bir şey olur da onun sorumlusu olmaz mı? Elbette olur ve olması lazım. Öyle ise kabahatLİ kim ? Kabahatli; siyasetçiler ve aydınlar.
Batılı toplumlar, demokrasiyi kucaklarında, hazır mama gibi bulmadılar. Önce, insanı tanıdılar, kendilerinin de insan olduklarını anladılar. Egemenliğin kendilerinin hakkı olduğuna inandılar ve haklarını ele geçirmek için büyük savaşlar verdiler. Çile ile, fedakarlıkla, savaşla elde edilen şeyin değeri bilinmez mi?
TBMM’de, Başkanlık kürsüsünün arkasında, “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” diye yazıyor. Yazıyor ama, acaba bu kural, TBMM’ye yansımış durumda mı? Şu parti veya bu parti olmuş önemli değil, bugün iktidar partisi, fiilen %25, itibari olarak %30-35 oy oranı ile TBMM’de %65-70 gibi bir oranla temsil ediliyor. Bugün Ulusun %55-60 gibi bir oranı TBMM’de temsil edilmiyor. Temsil edilmeyen kesimler kendilerinin egemenlik haklarını kullandıklarını söyleyebilirler mi? Demokrasi, egemenlik hakkının bir kullanılma biçimidir. Seçim, demokrasinin bir aracıdır. TBMM’ deki bugünkü durum, orada bulunan siyasi partilerin hatası değil, onlar dahil, yıllarca siyasi hayatta rol almış bütün siyasi partilerin ortak hatasıdır.
Bizim halkımız, Mustafa Kemal’in sayesinde, demokrasiyi hazır mama olarak kucağında buldu. Egemenlik hakkının, demokrasinin, ne olduğunu ve ne olmadığını tam anlamadığı için kıymetini bilemedi, sahip çıkmadı ve hatta çok ucuz fiyatlara hakkını siyasetçiye devretti. Çok değer verdiğim halkımızı, demokrasi konusunda, bilgisiz, hazırlıksız olduğu için, bugüne kadar mazur görmeye çalıştım. Ama artık görmüyorum. Seksen yıllık deneyimi kimse küçümseyemez. Bu seçimlerden itibaren, siyasetçilerden de, aydınlardan da önce halkımızı suçlamaya başlayacağım. Artık benim ulusum, hakkını da, hakkına sahip çıkmayı da bilmeli. Hala bilemiyorsa veya biliyor da sahip çıkmıyorsa bunun bir sebebi olmalı. Ben, son defa, halkıma bir fırsat tanımak istiyorum. Türk Ulusu, bu seçimleri mahalli yöneticilerin seçiminden daha farklı bir seçim olarak algılamalıdır. Bu seçim Türk ulusunun bir demokrasi sınavı olmalıdır. Bu seçimde Türk Ulusu, haklarını bildiğini, haklarına sahip çıktığını ispatlamalı, bilinçli bir kararlılık içinde olduğunu göstermelidir.