Çağlayan’da, kadınlarımızın toplumsal yaşamda sorumluluk almalarını, öncülük etmelerini görmekten gururlandım. Yarı beyin gücümüze bir yarı beyin gücü daha katmış olduk. Aydınlanmaya, güçlerimizi birleştirmeye başladık. Kafalarının içi aydınlık olanların başka aydınlatma araçlarına ihtiyaçları olmaz.
Çağlayan, İstanbul’da bir semt… 27 Nisan 2007 de, o semtte bir başka Çağlayan vardı. Yaşadığı korkulu rüyalardan uyanıp, kendine güvenle gürleyen bir insan seli. Atatürk’e inanmış, onun eserlerine ve ilkelerine sahip çıkma azim ve iradesini haykıran bir insan seli. Uçsuz bucaksız, bir gelincik tarlası. Her yaştan, her kesimden, her bölgeden, değişik eğitim gruplarından sevecen, kararlı, fanatik olmayan bir insan seli. En çok dikkati çekenler, kadınlar-kızlar. Toplumsal yaşamdan uzaklaştırılıp, kapalı duvarlar arkasına hapsedilmek istenen, Türkiye’nin yarı nüfusunu oluşturan kadınlar. Sevgi, bilinç ve azim ile sahaya inmişler. Muhteşem bir kalabalık. Bütün baskılara rağmen, Türk Kadını, genlerine, örflerine, inancına, özgür kişiliğine ve ulusal kültürüne uygun bir tutum sergiliyor. “Ben eşya değilim. Ben, özgür, onurlu, akıllı, ne istediğini bilen, hedefleri için bedel ödemekten çekinmeyecek bir insanım” diye haykırıyorlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün hedefi gerçekleşiyor. Kurtuluş Savaşı’nda kendisine mermi taşıyan kadınların bugünkü uzantısını görebilseydi, hangi çılgın, hangi kendini bilmez benim eserlerimi yıkmaya cesaret edebilir, eserlerim artık emin ellerde, başka koruyuculara ihtiyaç yok, diyebilirdi. Orada, Türk insanının büyüklüğünü, Türk kültürünün köklülüğünü yaşayarak bir kez daha içime sindirdim. Kadını, erkeği ile, Türkiye uyanıyor, Türkiye aydınlanıyor. Türk kültürünü yok ederek, Türk toplumunu başka kültürlerin kölesi yapma çabalarının hüsrana uğrayacağına olan inancım daha da güçlendi.
Türkiye, şu sırada yaşadığımız, zor günlerin sonunda, bir felaketle de karşılaşabilir, aydınlık günlere de ulaşılabilir. Bu, önce iktidarın, sonra da tüm siyasetçilerin tutumuna bağlı. Siyasetçilerin, çağdışı düşüncelerden, kişisel ve ideolojik hırslarından kurtulup, erdemli insanlar gibi davranmalarına bağlı. Çağlayan’ı doğru okuyup, doğru anlamalarına bağlı. Önce Tandoğan, sonra Çağlayan, barışçı mesajlarla, sizleri sağduyulu ve erdemli olmaya çağırdı. Şunu vurguladı! Ben değerlerimi korumak için, gerekirse bedel ödemeye hazırım. Biz, güdülen “bindirilmiş kıtalar” değil, bilinçle hareket eden, dirilmiş binlerce kıtayız.
Türkiye’de sağcı da, solucu da cumhuriyeti ve demokrasiyi kendisinin de savunduğunu iddia ediyor. Demokraside yeri olmayan tutumlar bile, demokrasinin nimetleri ile savunulabiliyor. Tipik örnek, demokrasinin arkasına sığınıp laik düzeni yıkma çabaları.
“Cumhuriyet”, “Demokrasi” ve “Laiklik” kavramlarının içeriklerini tam bilemeyenler olabilir, fakat, sanırım bir kesim, özellikle, demokrasi kavramını kullanarak hedef saptırıyor. Cumhuriyet bir siyasi rejimdir, fakat ismi Cumhuriyet olan her siyasi rejim aynı özellikleri taşımaz. Demokrasi, egemenliğin kullanılmasını belirleyen bir kurallar sistemidir, fakat laikliği içermeyebilir. Laiklik bir anlayıştır, demokrasiyi mutlaka içerir.
“Cumhuriyeti Korumak”, “Demokrasiyi Korumak” gibi, yarı entelektüel, çıkışlar bizim için yeterli değil. Bunları söyleyenlerin bir kısmı, farkında olmadan, laikliği göz ardı etmekte, bir kısmı da, bilinçli olarak laikliği dışlamaktadır. Bu tür davranışlar, toplumun kafasını karıştırmaktadır. Toplumun kafasını karıştıranların amaçları açık olmakla beraber, yazık ki, bazen fark edemiyoruz, bazen de görmek istemiyoruz.
T.C. Devleti’nin Anayasası;
Md. 1. Türkiye Devleti bir Cumhuriyet’tir.
Md. 2. Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Eğer, 1. Md.’deki, Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir ifadesi yeterli olsa idi, Anayasamız, “Cumhuriyetin nitelikleri” başlığı altında, 2. maddedeki nitelikleri saymazdı. “Demokratik” niteliği tek başına, Cumhuriyet’in niteliklerini belirlemeye yetseydi, hemen ardından, “Laik” niteliğini vurgulamazdı. Saplantı halinde, sadece, demokrasiyi korumaya kalkanların mutlaka bir amaçları olmalı.
Egemenlik, bir buyurma-emretme gücüdür. Demokrasi, egemenliğin nasıl kullanılacağını belirleyen kurallar sistemi, yani bir hukuk sistemidir. Demokrasi, egemenliğin kaynağını esas alarak kurallarını düzenler. Egemenliğin kaynağı, “İlahi” veya “Beşeridir” ve buna göre iki hukuk sistemi geliştirilmiştir; “İlahi Hukuk” ve “Laik Hukuk/Beşeri Hukuk/Pozitif Hukuk”. Hangi hukuk sisteminin geçerli olacağı toplumun tercihidir.
İlahi hukuk, tanrının emrettiği farz ve kabul edilen bir hukuk olup üstünlüğü tartışılamaz ve başka hukukları tanımaz. İlahi hukuk, Tanrının emrettikleri ile sınırlı kalmamış, bir kısım insanların düşünceleri ve yorumları ile genişletilerek Şeriat Hukukuna dönüşmüştür. Şeriat hukukunda, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü yoktur, insanlar emredilene uymak zorundadırlar. Halbuki, çağımızda, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, tıpkı yaşam hakkı gibi, insanların vazgeçilmez temel hakkı olduğu kabul edilmektedir.
Laik hukuk/ beşeri hukuk/ pozitif hukuk, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü insanın vazgeçilmez temel hakkı olarak kabul etmiştir ve laik hukuka göre düzenlenen demokrasi sisteminde düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün saygın bir yeri vardır.
Sadece, Cumhuriyet’i savunuyorum, demokrasiyi savunuyorum demek, eksik kalmış veya kasıtlı olarak eksik bırakılmış beyanlardır. Hangi cumhuriyetin, hangi demokrasinin savunulduğu açıkça belirtilmelidir.
Anayasa; Md. 6. Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eli ile kullanır.
Anayasamızın bu maddelerini beğenmeme hakkı vardır, ama o maddeler orada var olduğu sürece, onlara aykırı davranmak anayasa suçu işlemektir. Bazılarının, anayasanın bu maddelerine aykırı eylemlerini savcılarımızın görmemelerini, hukukçu olmadığım için, anlayamıyorum.
Her ne amaçla olursa olsun, Cumhuriyet’in laik niteliğini korumak isteyenleri, “demokrasi düşmanı” olarak gösterenleri kınıyorum. Her demokrasi laikliği kabul etmez, fakat her laik düzen mutlaka demokratik olmak zorundadır. Cumhuriyetimizin nitelikleri arasında Laikliğin ayrı bir önemi ve hassasiyeti vardır. İstemeyenler bunu göz ardı edebilirler, ama millet uyanıyor, millet aydınlanıyor, kimin ne olduğunu daha iyi anlamaya başladı. Demokrasiyi kuranları, demokrasi düşmanı gibi gösterenler milletin önünde gülünç duruma düşmenin ötesinde ülkeye çok büyük zararlar vermektedirler.
Sonuç olarak şunu vurgulamak istiyorum; bugün, suçlu aramak, ayrışmak, kamplaşmak günü değildir. Bireyler, sivil toplum örgütleri, toplumun bilge insanları, medya, devletin kurumları ve özellikle siyasetçiler, hem yasal ve hem de vicdani görevlerini yerine getirmek zorundadırlar. Mevcut sorunu bir kaosa dönüştürmek, bu ülkeye düşmanın yapacağından daha büyük bir kötülük etmektir. Demokrasiyi, özellikle laikliği koruması gerekenler üzerlerine düşen görevleri yaparlarsa, başkaları arzu edilmeyen bir müdahalede bulunmaz. Görevini yapmayanın, görev yapana, sen karışma demesi aymazlıktır. Hatalardan ders alıp, yeni hataları önlemek bir erdem ve vatanseverliktir.
Çağlayan’da, kadınlarımızın toplumsal yaşamda sorumluluk almalarını, öncülük etmelerini görmekten gururlandım. Yarı beyin gücümüze bir yarı beyin gücü daha katmış olduk. Aydınlanmaya, güçlerimizi birleştirmeye başladık. Kafalarının içi aydınlık olanların başka aydınlatma araçlarına ihtiyaçları olmaz.
1 Mayıs 2007