5 Şubat 2005 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasında bir haber vardı. Başlığı; “İlginç Laiklik Kararı.’’ İçeriği, özetle şöyle;
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bir yerel mahkemenin kararını onayan Yargıtay Sekizinci Dairesi’nin onama kararını ve yerel mahkemenin, bir gazeteciye verdiği hapis cezası kararını bozmuş.
Dava konusu; bir gazetecinin, “Laiklik dinsizliktir, laikliği savunanlar dinsizdir” diye yazdığı yazı. Yazısından dolayı, yerel mahkeme gazeteciye hapis cezası vermiş. Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesi bu kararı onamış. Cumhuriyet Baş Savcısı, bu onama kararına itiraz etmiş, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, iki mahkemenin de kararını bozmuş.
Buraya kadar, yapılanlar, normal gözüküyor. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, öteki iki mahkemenin kararlarını bozma gerekçesi, çok dikkat çekici. O gerekçe, toplumsal yaşamımızın bazı taşlarını yerinden oynatabilir. Bu kararın ve onun gerekçesinin, hem hukuk sisteminin misyonu açısından, hem de siyasi ve sosyal açıdan, önemle ve dikkatle, irdelenmesi gerekir.
Bu karar ve onun gerekçesine gösterilecek tepki ise, toplumun kazanımlarının ve duyarlılığının bir göstergesi olacaktır. İnsan zannediyor ki, eğer, sistem içinde sıralanmış, iki mahkeme arasında görüş ayrılığı var ise, daha üst konumda olan, üçüncü bir mahkeme devreye girer. Burada, durum öyle değil. Sözünü ettiğim karar, iki mahkeme arasında hakemlik yapmıyor, iki mahkemenin birbirine paralel olan kararlarını bozuyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun statü üstünlüğünü göz önüne alsak bile, bir yerel mahkeme ile, üst pozisyondaki, Yargıtay’ın bir dairesinin, aynı istikametteki kararlarının, bu derece önemsenmez bir duruma düşürülmesinin nedenini anlayabilmiş değilim. Bu durumda, vatandaşların o mahkemelere duyduğu güven sarsılmaz mı? Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, olması gereken üye sayısının çok altında bir üye sayısı ile toplanmasının ve katılan üyelerin on üç karşıt oyuna rağmen on dört oyla, böyle kritik bir kararı almasının acil ve kaçınılmaz nedeni mutlaka açıklanmalıdır. Hukuk bir uzmanlık dalıdır ve büyük ölçüde tekniktir, fazla girmek istemiyorum, fakat gerek yasal dayanağı, gerekse toplumsal zorunluluklar bakımından, tatmin olmadığım bir kararla ilgili düşüncelerimi söylemez isem, çağdaş bir vatandaş olabilir miyim? Kararda ve gerekçesinde, hukuktan ziyade, inanç siyasetinin, belli bir ideolojinin etkin olduğu şüphesini taşıyorum. Yanılıyorsam beni aydınlatsınlar. Hukuk uzmanlarının, hukuk otoritelerinin bu konuyu çok iyi değerlendirmeleri gerekir, umarım yaparlar.
Gazeteden aldığım bilgiye göre, kararın gerekçesi, ana hatları ile şöyle;
Yasa ile fikirlerin dillendirilmesi önlenebilir, ama düşünülmesi önlenemez. Ceza verirsen insanlarda daha çok merak uyanır. Hem artık, laiklik, Türk toplumunun vazgeçilmez bir parçası olmuştur, o nedenle de cezai yöntemle korunmasına ihtiyaç yoktur.
Bu gerekçeleri okurken aklıma ilk gelen şu oldu; ya onlar Türkiye’de yaşamıyor ya da ben Türkiye’de yaşamıyorum. Laikliğin toplumca benimsendiği ve cezai yöntemlerle korunmasına ihtiyaç kalmadığı düşüncesini kanıtlayan göstergeleri bilmek isterdim. 13’e karşı 14 oyla alınan bu kararda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bile, oybirliği içinde olmadığı görülürken, değişik katmanlardan oluşan toplumda, laikliğin korunmaya ihtiyacı olmadığı nasıl iddia edilebilir?
Bu karar ve gerekçesi ile, hem devlet zora sokulmuş, hem de vatandaş boşta bırakılmıştır. Laikliğin, hem bir insan hakkı olduğunu ve hem de toplumsal yapımızın vazgeçilmez bir ilkesi olduğunu, her zaman, her ortamda savunan inançlı insanlara, “Laikliği savunanlar dinsizdir’’ demek, bir iftira ve hakaret değil midir? Yasalar, hakareti önlemez, hakaret edilmesi halinde gerekeni yapmaz ise, vatandaş kendi hakkını korumak zorunda kalmaz mı?
Gazetecinin yazısını okumadım, suç unsuru taşıyıp taşımadığını bilmiyorum. Belki de taşımıyordur. O zaman, “suç teşekkül etmemiştir’’ veya “suç unsuru görülmemiştir’’ gibi bir gerekçe ile o karar bozulabilirdi. Kararın, bireye dönük olarak bozulması ile ilgili değilim. Benim üzerinde durduğum konu, bu dava bahane edilerek, genellemeye götüren bir kararın, yangından mal kaçırır gibi, alınmış olmasıdır. İçtihat niteliği taşımasa bile, bu karar bir içtihat gibi gösterilmek istenecektir.
Hukuka çok saygılıyım. Gereğine ve önemine inandığım için saygılıyım. Muhtaç olduğum için saygılıyım. Bir hukuk kararı, beni, haksız yere, cezalandırsaydı, ne yapalım başa gelen çekilir diyebilirdim. Şimdi diyemiyorum, çünkü bu karardan sonra başıma neler gelebileceğini öngöremiyorum.
Düşünce özgürlüğüne, düşüncenin serbestçe ifadesine çok taraftarım, hatta bu konuda, korkunun ecele faydası olmadığını düşünüyorum. Laikliğin, bir felsefe, bir düşünce tarzı olarak, enine boyuna tartışılmasına da karşı değilim. Ancak tartışma düşünce sınırlarını taşıp, devletin temel yapısını değiştirmeye yönelirse, bir defa değil, bin defa karşı çıkarım. Dünyada, demokrasi ve düşünce özgürlüğü gibi kavramlara sığınarak, kendisini yıkmaya çabalayan bir harekete izin veren bir devlet olduğunu bilmiyorum, olabileceğini de sanmıyorum. Laiklik, Fransa’da, İngiltere’de, ABD’de farklı algılanabilir, farklı da uygulanabilir, çünkü, onların yaşadıkları süreç ve bugün içinde bulundukları konum farklıdır. Laiklik, bizim için sıradan bir felsefe, sıradan bir düşünce tarzı değildir. Laiklik, T.C. Devleti’nin olmazsa olmaz, temel prensiplerinden birisidir. Tam altmış sekiz yıl önce, bu ilkeyi anayasaya koymuşuz. Laiklik ortadan kalkar ise, T.C.Devletinin yapısı değişir, yani bu devlet ortadan kalkar, yerine başka nitelikler taşıyan bir devlet kurulur. Siz buna göz yumabilir misiniz?
Bu yazının amacı laikliğin ne olduğunu veya olmadığını tartışmak değil. Farklı bilgilere sahip olunduğu için veya ideolojik yaklaşımlardan dolayı, laiklik algılamalarında farklılıklar vardır. Farkları azaltmak için konuşmalar, tartışmalar olacaktır, olmalıdır. Ama, daha işin başında, ‘’laiklik dinsizliktir, laikler dinsizdir’’, diye konuya girmek, bilgisizlikten, ayıptan, daha öte, bir iftiradır, karşı tarafı tahrik etmek ve kavga çıkarmak için kasıtlı yapılan bir harekettir. Bu söz suç sayılmalıdır. Çünkü; dinsiz olmanın değil, dinsizlikle suçlanmanın altından padişahlar bile kalkamamıştır. Gavur olduğu için değil, birileri tarafından, “gavur padişah’’, diye suçlandığı için, padişahların başına gelenleri tarih yazıyor.
Bu kararı verenler, sıradan yazar, çizer, konuşur insanlar değil. Devletin üçüncü erkinin temsilcileridir. Yargıçlardır. Laiklik ortadan kalkarsa, yargıçların yerini de kadılar alır. Hukuk, hukuku korumak için vardır. Aksi halde, hukuk da, devlet de, fertler de zarar görür. . Hukuk vazgeçemeyeceğimiz değerler sistemidir, onu yıpratmaya kimsenin hakkı yoktur, özellikle de hukukçuların.
Dilerim, gerçekten, gün gelir, laiklik, bu ülkede hiçbir korumaya ihtiyaç duyulmadan yaşamın bir parçası olur ve biz, laiklikten söz etmeden, laikliği yaşarız.
Bu ülkede Padişahlığa özlem duyan insanlar var. Ama, onlar da biliyorlar ki, isteseler de padişahlığı geri getiremezler. O nedenle bir çaba göstermiyorlar. Çünkü, Cumhuriyet, gerçekten, ulusun fikrine, ruhuna, kalbine yerleşmiştir ve kendi kendini koruyacak güce erişmiştir. Yargıtay, hiç yapmaması gerekirken, ‘Cumhuriyet’ konusunda böyle bir karar almış olsaydı, çok üzülürdüm, ama bu kadar endişe etmezdim. Fakat, şeriat konusu çok farklı. Şeriat sadece bir özlem değil, şeriatın hayata geçirilmesi için, içeride ve dışarıda yoğun çabalar sarf edilmektedir. Laiklik, toplumun malı olmuştur, savunulmaya ihtiyacı yoktur kararı beni çok üzmekle kalmamış, çok endişelendirmiştir. Ülkede kargaşa çıkmasından, kavga çıkmasından korkarım. Kararın, ya bir yanılgı ya da yanıltma gayreti olduğu endişesini taşıyorum.
Geçmişimizde düzenli okul eğitimi geleneği yok, toplumumuz, genel olarak, hikayelerle eğitilmiştir… Buna rağmen, hikaye diye küçümsemeyin… Kıssadan hisselerle doludur, çok şey anlatırlar… Hikayelerle büyümüşlerdir, çok şey bilmezler, hikayelerle uyutulurlar, diye toplumu küçümsemeyin… Sağduyusu çok kuvvetlidir… Yumuşak huylu atın çiftesi pek olurmuş…
Sonradan dövünsek de, kaybettiğimiz değerleri yerine koyamıyor ve uluslararası yarışa hep geriden başlıyoruz. Bu ülkenin güzel insanlarının bugününü ve geleceğini hırslar ve çıkarlar için feda etmeyelim. En basit ifadesi ile, laikliğin din ve devlet işlerinin karıştırılmaması olduğunu kabul edelim. Cennet, toplumlara değil, bireylere açıktır. Bırakalım fertleri kendi geleceklerini kendileri tayin etsin.
Batı, bu dünyanın kural ve koşullarını uygulayarak bugünkü durumuna geldi. Bize de; Sen yeşil kuşakta bekçi ol; Sen radikal Müslüman ol; Sen ılımlı Müslüman ol; Sen İslam adına terör yap, diye görevler verdi. Bu görevleri yaptırırken, işine geldiği zaman övdü, işine geldiği zaman dövdü. Daha da kötüsü, çok defa, bizi birbirimize dövdürdü. Bütün bunların ne zaman farkına varacağız? Ama, onları suçlamak yanlıştır. Herkes, her ülke kendi yerini kendisi belirler. Yanlışı kendimizde arayalım. Nelerle uğraştığımıza bakmak, yanlışımızı görebilmemizin en basit yöntemidir.
Arayışlarımız, çabalarımız sürmeli ki, varlığımız devam etsin.
10 Şubat 2005