Karşılaştık… Birbirimize, hal, hatır sorduk…
Bugün, ne yaptın? dedim;
‘’Hiç, ne, yapayım, bildiğin gibi, kahvedeydim. Arkadaşlarla, havadan, sudan konuştuk. Vakit, geçti, işte…” dedi.
Bu kısa konuşma sadece emeklilerin, gizli ve açık işsizlerin değil, genelde, büyük kitlenin günlük yaşamının, özetidir.
Hiç, ne yapayım, derken; hiçbir şey yapmadım, diyor.
Bildiğin gibi, derken; ne yaptığımı, sen de, biliyorsun, farklı ne olabilir ki, diyor.
Kahvedeydim, derken; boş insanların toplandığı, dolu bir yeri tarif ediyor.
Arkadaşlarla, havadan, sudan konuştuk, derken; gündemsiz, boş konuşmalar, yaptıklarını, söylüyor.
Vakit geçti işte, derken; amacın vakit öldürmek olduğunu, onu da başardıklarını, ifade ediyor.
Toplum evde oturan erkeğe bir kulp takar, erkek ya işe, ya da, kahveye gidecek. İş olmadığına göre, tek seçenek, kahveye gitmek.
Zamanın, alternatifi olmayan, çok büyük bir değer olduğunu, üretmenin en kutsal çaba olduğun idrak edememiş bir toplum.
Tarımla uğraşan iş sahipleri bile, yılda, en fazla, toplam dört ay çalışırlar, sekiz ay kahvededirler.
Bireylerde düşünme ve üretme niteliği, yönetimde de, toplumu organize etme, yönlendirme ve destekleme düşüncesi oluşmamış.
Cumhuriyet rejimi toplum yaşamına yokluk içinde girdi, çabaladı, çok şeyler de yaptı, ama toplumu geçmişin alışkanlıklarından kurtarıp, çağdaşlaştıramadı. Üretim ve eğitim konularında övünülecek eserler ortaya koyamadı. Köy Enstitülerini yaratanlar da, onu karalayıp, kapatanlar da aynı cumhuriyetin insanları.
Ne ekilirse o biçilir. O tür zihniyetlerin egemen olduğu bir süreçten, tabii ki, kahve geleneği çıkar..
Bu sonuçta, bireylerin de kusuru var, ama, asıl sorumlu devlettir. Tıpkı, ailede, bir çok sorunun, babadan kaynaklanması gibi..
Doğru veya yanlış, toplumumuz, babaya da, devlete de, özel bir değer biçmiş. Baba ve devlet, ya o konumun sorumluluğunu yerine getirirler, ya da, kendilerine verilen değerden feragat ederler. Baba, bu değeri ailede birine iade edebilir ama devletin böyle bir lüksü yoktur, mutlaka, devlet gibi davranmak zorundadır.
Diğer anayasal kurumları yok saymıyorum, ama Devlet deyince akla, büyük ölçüde, hükümet geliyor. Hükümetler, ya üstlendikleri sorumluluğun gereğini yapmalı, ya da, onurlu bir davranışla, görevi bırakmalılar. Devletin alternatifi olmaz, ama hükümetlerin alternatifleri vardır. Görevini yapmayan hükümetlerin yönettiği ülkelerde, kaçınılmaz olarak, kahve kültürü bir yaşam tarzı olur..
*
Birisi, sesleniyor… Bu kimin?
Birisi, cevap veriyor… O, benim.
Sahibi ortaya çıkmasaydı, o mal sahipsizmiş, gibi, algılanacaktı. Halbuki sahipsiz mal olmaz, malının farkında olmayanlar veya malına sahiplenmekte geç kalmış kişiler ve ülkeler olabilir. Biz farkında olmasak bile, günümüzde, uzayın da, parsellenip, sahiplenildiğini sanıyorum.
Düşünelim; Sahipsiz ülke olur mu?
Sahipsiz ülke olmaması lazım, ama yazık ki, vardır.
Türü belirsiz siyasi rejimlerde, ülkeler, kralların, şahların, şeyhlerin, hanedanların, diktatörlerin, zorbaların malı sayılıyorlar. Onlar, çağın anlayışına göre, gerçek sahipleri olmadıkları halde, bir şekilde ülkeyi sahiplenmişlerdir. Bunlar, gerekirse, gerçek sahiplerini kurban ederek, ülkelerini korurlar. O tür ülkeler sahiplenilmiştir.
Demokratik rejimlerde, ülkeler, halkın malıdır, ülkenin sahibi halktır.
Demokrasi bilincine ve demokratik yönetimi kontrol etme gücüne sahip olan halk, ülkesine de sahip çıkar.
Demokratik rejimle, yönetiliyor, görünmesine rağmen, demokrasiyi, içine sindirememiş, demokrasinin, kurum ve kurallarını, etkin bir şekilde, hayata geçirememiş, göstermelik demokrat veya yarım demokrat, rejimlerde, işler çok karışıktır. Bu tür rejimlerde ülkeler sahipsizdir, kapanın elinde kalırlar.
Bir halk, düşünün;
Ülkenin sahibi olduğunun, bilincindedir. Ülkedeki, hukuk düzeninin, çağdaş değerlere uygun ve adil olduğundan, emindir. Hiçbir baskı ve etki altında kalmadan, bilinçli olarak ve serbest iradesiyle, seçimini yapabilmektedir. Kendisini yönetmek için, yetki verdiği kişileri denetleme bilincine ve gücüne sahiptir. Süreç sonunda, seçtiklerini, değiştirme, gerekirse, sorgulama ve cezalandırma gücüne sahiptir….
İşte, bu halk, ülkesinin sahibidir.
Ülkedeki, siyasi rejimin adı, gerçek demokrasidir.
O, ülke, kesinlikle, kapanın, elinde kalmaz.
Bir halk, düşünün:
Kağıt üstünde, birçok hakka sahip ama bunların farkında değil. Asırlarca yaşatıldığı tebaa koşullarından kurtulamamış. ‘’Egemenlik, kayıtsız şartsız, ulusundur” ilkesini, çok duymasına rağmen, egemenlik gücünün, kendisinde, olduğu ve ülkenin sahibinin, kendisi, olduğu, bilincine varamamış. Seçimini, bilgili, bilinçli, özgür, iradesiyle değil, ekonomik yoklukların, inanç ve geleneksel baskıların altında, yapıyor. Bir başka ifade ile, seçim yapmıyor, empoze edilene veya şartların zorladığına oy veriyor. Oyunu satan da, oyu satın alan da, bundan utanç duymuyor. Seçim kuralları, çağdaş, doğru ve adil değil. Seçimden sonra, seçilen, patron, seçen ise, güdülen bir sürü, konumuna dönüşüyor.
O ülkedeki, siyasi rejimin adı, gerçek demokrasi, değil, göstermelik demokrasi veya yarım demokrasidir.
O ülkenin halkı, ülkenin sahibi olduğunun ve sahipliğin getirdiği sorumluluğun bilincinde değildir.
O, ülke, büyük bir ihtimalle kapanın elinde kalır.
Ülkeyi kim kapabilir, kimin elinde kalabilir?
Halkın iradesini temsil etmeyen, aldatıcı yöntemlerle yönetimi ele geçiren iç dinamiklerin elinde kalabilir.
Dış güçlerin elinde kalabilir.
İç dinamiklerle, dış güçlerin işbirliği sonucu ortaya çıkan karma güçlerin elinde kalabilir.
Hani derler ya, yarım hoca, insanı, dinden, yarım doktor, insanı, candan eder, diye, tıpkı bunun gibi, yarım demokrasi de halkı, ülkesinden, edebilir.
Demokrasilerde, çoğunluğun kararı egemen olur, fakat bu kararlar, azınlığın haklarını korumalı ve anayasal yapıya uygun olmalıdır.
En büyük aldatmaca, demokratik yöntemlerle demokrasinin ortadan kaldırılmasıdır. Hitler örneği. Hitler’in sebep olduğu trajedilerin tek sorumlusu Hitler mi? Alman halkı, Alman aydınları, neredeydiler, ülkelerini, niye, sahipsiz bıraktılar?
Öküz öldükten sonra, yol gösteren çok olur, marifet, daha önce gerçekleri görmek ve etkin önlemler almaktır.
Anlamı bilinerek edilen dualar, dine de, hizmet eder, kişiye de, yarar sağlar…
“Egemenlik, kayıtsız şartsız, ulusundur” ilkesi özümsenir ve bedeli ödenirse, ülke, sahiplenilmiş olur.
Eksiklerimiz var. Yanlışlarımız var. Her şeye rağmen, toplumumuzun, bu haliyle kalmayıp, uyanacağına, geçmişte olduğu gibi, ülkesine sahip çıkacağına olan inancımı hiç yitirmedim.
Ne kadar geç kalınırsa, ödenecek bedelin o ağır olacağı bir gerçek..
Düşünmeniz, arayışınız ve çabalarınız bitmesin…