Genel bir eğilim olarak, nesneleri, insanları, olayları sınıflandırırız. İyi-kötü, faydalı-faydasız, güzel-çirkin, doğru-yanlış, gibi. Bunun, elbette bir anlamı vardır. Ancak dikkatli bakınca, sınıflandırmanın kriterlerinin çok güvenilir olmadığını görürüz. Çükü sıfatların ifade ettiği değerler görecelidir, kişiye, zamana, bölgeye göre değişik olabilir. Değerlendirmenin ortak notaları çok olmakla beraber, sonuç mutlak doğru değildir. Bu ayrıntıyı dikkate almak, hoşgörünün, ve gerçekçi yaklaşımın bir göstergesidir. Böyle bir anlayışa, düşünsel bazda daha çok ihtiyaç vardır. Düşüncenin, felsefenin, ideolojinin doğruluğu veya yanlışlığı katı kurallarla belirlenmeye çalışılırsa, toplumlar rahatsız olur, insan hakları ihlalleri artar. Düşüncenin, mevcut toplumsal düzene ve mevcut siyasi yapıya zarar verdiği durumlarda, bazı kısıtlamalara gidilmesi gerçekçi bir yaklaşım ve kaçınılmaz bir tutum olmasına rağmen, aşırıya kaçıldığı zaman kültürel gelişme önlenmiş olur. İnsanlığın geçmişteki ile bugünkü kültür anlayışı arasındaki fark, bu durumu bize net bir şekilde göstermektedir.Bu yazı ile Saddam Hüseyin olayına değinmek istiyorum. Saddam Hüseyin olayı diyorum çünkü, konunun Sadddam Hüseyin’in kişiliğini aşan boyutları var. Konu sadece Saddam Hüseyin’le sınırlandırılırsa hata yapılmış olur.
Saddam Hüseyin, 1Temmuz 2004 günü, ilk defa, hakim karşısına çıkarılıp, kendisine nelerle suçlandığı tebliğ edildi. Muhakeme ne zaman başlar, ne kadar sürer, hangi temel ve özel hukuk prensiplerine göre yürütülür, şu anda açıkça belli değil. Bu mahkemede uygulanacak hukukun temel ve özel prensiplerini, izlenecek muhakeme usullerini tartışmak uzman hukukçuların işidir. Bu konunun çok tartışılacağını sanıyorum ve hatta tartışılması gerektiğini öne sürüyorum.
Saddam Hüseyin’i, insani açıdan, savunacak bir kişinin olacağını sanmıyorum. Saddam Hüseyin’i, siyasi açıdan, savunacaklar, belki çıkar, ama savunulacak bir yanı yok diye düşünüyorum. Sonuçta şunu söylüyorum; Saddam Hüseyin kötü bir insandır ve suçludur. Bu yargı göreceli de olsa, benim kanaatimdir. Ancak iş burada bitmiyor. Şu soruyu soruyorum; Şimdiye kadar kötü olan bu insan, acaba bundan sonra bazı iyi işler yapabilir mi? Yapar mı, yapmaz mı, bunu zaman gösterecek. Fakat sanıyorum ki, insanlığa hizmet için iyi şeyler yapma çabasına girmese bile, kendisini savunmak için göstereceği çaba ile insanlık için bazı iyi sonuçların doğmasına sebep olabilecektir. Yapacağı kötülükleri yaptı, verebileceği zararları zaten verdi. Bunlardan geri dönüş yoktur, dilerim bu hatalar, insanların doğruları daha yakından görmesine vesile olurlar.
Saddam olayının üç ayrı unsuru var. Birincisi Saddam’ın kendisi, ikincisi ABD Başkanı Bush, üçüncüsü ABD kamuoyu. Bu olayın asli sanığı Saddam Hüseyin, örtülü sanığı ise, ABD Başkanı Bush’tur. Bu olayla ilgili olarak, evrensel değerler konusunda, çok önemli bir sınav verecek olan da ABD halkıdır.
Saddam’ın iyi adam olmadığını ve suçlu olduğunu yukarıda belittim. Hem siyasi ve hem de hukuki nedenlerle, mahkum olacağına inanıyorum. Saddam’ın mahkum olup cezasını çekmesi elbette önemli, ama cezaların bir de örnek ve emsal olma boyutları vardır. Dünyada gelişen yeni anlayışlar, yeni siyasetler doğrultusunda, bu davanın gelecekte ortaya çıkabilecek, benzer olaylara emsal olacağı açıktır. O nedenle bu davanın hukuk alt yapısının sağlam olması büyük önem taşımaktadır.
Başkan Bush bu davanın örtülü sanığıdır. Suçlarını şöyle sıralayabiliriz.
Başkan Bush;
– Hem kendi toplumuna, hem dünya kamuoyuna yalan söyledi. Savaş sebebi olarak ileri sürdüğü delilleri bulamadı. Öyle ise, bu savaş haksızdır, bu savaş bir tecavüzdür.
– BM teşkilatını hiçe saydı. BM’ lerin saygınlığına ve etkinliğine gölge düşürdü. BM’ leri, kendi amacına hizmet etmediği durumlarda yok saymak, onu göstermelik konumuna düşürmektir. Evrensel değer yargılarının saygınlığını ve güvenirliliğini tüketmektir. Bu hasar nasıl onarılır, ne kadar süre içinde onarılır, güvenirlilik ve saygınlık tekrar nasıl sağlanır? Bu soruların cevabını vermek zor.
– Saddam Hüseyin’i, Uluslar arası yasalara göre değil, hatta ABD yasalarına göre de değil, doğrudan Bush yasalarına göre iktidardan düşürdü, fakat Irak yasalarına göre yargılanmasına karar verdi. Hukukçuların bu konuda söyleyecek çok sözleri olması gerekir.
– Ortadoğu’daki Arap-İsrail istikrarsızlığına bir de Irak istikrarsızlığını ekledi, fakat zoru görünce bölgeden kaçtı. Dünyayı kana bulamakta, insanlara çile çektirmekte Saddam’dan geri kalır bir tarafı yoktur. İkisini de güden siyasi hırslarıdır.
– ABD askerlerinin, Irak’taki insan hakları ihlallerinden, doğrudan, Başkan Bush sorumludur. Bu sorumluluktan kurtulmanın tek yolu, başta savunma bakanı olmak üzere siyasi sorumluları mahkemeye vermektir. Aksi tutum, onların yaptıklarına ortak olmak anlamına gelir.
Yukarıda sıraladığım konuların her biri, başlı başına bir suçtur, başlı başına bir insanlık ayıbıdır. Bu suçlardan dolayı Başkan Bush’u yargılayacak bir mahkeme veya hesap soracak, siyasi veya idari, resmi bir organ yoktur. Bunu yapabilecek bir tek güç var, o da ABD halkıdır.
Saddam olayının üçüncü unsuru ABD halkıdır. ABD halkı, Bush’un yaptıklarının ABD toplumunun değer yargıları ile bağdaşmadığını, Bush’un (tüm yönetimin) işlediği bu ayıpları paylaşmadığını dünyaya ilan edebilir. Siyasi demeçler vererek bunu sağlayamazlar. Bunun için fırsat, Kasım 2004 teki ABD Başkanlık seçimleridir. İspatı, Bush’u tekrar seçmemektir. ABD halkını biraz tanıyorum. Bush’u bir daha seçmeyeceklerini düşünüyorum. Bush’un, son dört yıl için, bir daha iktidar olması ile kıyamet kopmayacaktır. Bu yaşlı dünya ne felaketlere sahne oldu. Ancak dünya çok değişti. İnsanlar daha fazla ADAM olma niteliği sergilemeye başladılar. Böyle bir ortamda ABD toplumu, davranışı ile, evrensel değerler boyutunda, dünyanın diğer toplumlarına örnek olmalıdır.
Bütün bunların olabilmesi için, belki de en büyük sorumluluk medyaya düşmektedir. Medya projektörlerini Saddam’ın mahkemesine çevirmelidir. Bu mahkemede cereyan edecek olayları, söylenecek bütün sözleri, taraf olmadan, birilerini veya bazı kültürleri savunmak veya suçlamak gafletine düşmeden, bütün çıplaklığı ile dünya kamuoyuna yansıtmalıdır. Kamuoyu oluşturmaya değil, kamuoyunun oluşmasına yardımcı olmaya çalışmalıdır. Miloseviç’in davasının ne durumda olduğunu dünyanın kaçta kaçı biliyor. Saddam davası da onun gibi olmamalıdır. Dünya kamuoyu gelişmelerden haberdar olmalı ve tepkilerini ortaya koymalıdır. Eğer demokrasinin anlamı; toplumların güdülen sürüler değil de, karar veren güçler olduğu ise, bu ispatlanmalıdır. Daha güvenli, daha müreffeh, daha mutlu, daha saygın bir dünya düzeni kurmak için toplumlar kendi kaderlerine hakim olmalılar. Saddam iyi bir insan değildi, ama bunun için, Saddam olayı yararlanılacak iyi bir örnek olabilir. Hatta Saddam’ın kendisi de buna yardımcı olabilir. Dünya bunu becerebilmelidir. Unutmayalım ki, bir musibet, bin nasihatten evladır. Yeni Saddam’larla , yeni Bush’larla tekrar karşılaşmamak için Saddam olayından ders alınmalıdır.
Evet, yanlışlar olmasa doğrunun, çirkinler olmasa güzellerin, kötülükler olmasa iyiliklerin kıymeti pek bilinmeyebilirdi. Yaşanarak kazanılan tecrübeler çok değerlidir. Çünkü bedeli çok ağırdır. Saddam da, hem kendi halkına, hem çevresine çok büyük bedeller ödetti. Bu bedellerin karşılığı olan büyük dersler alınmalıdır. Unutulanların tekrar yaşanması kaçınılmazdır. Arayışlar bitmeyecek. Çünkü dünya değişiyor. Değişimler, gelişmenin nedeni olmalıdır. Yaşadığımız dünyada, yavaş yürüyenler bile, koşanların yanında geri kalıyorlar. Geriye bakanlara hayat hakkı yoktur.