YAŞAM

İnsan

Bilincin oluşmasını şafak sökmesine benzetirim. Şafakta, güneşin bulutlardan yansıyan ışığı, karanlık ortamı yavaş, yavaş aydınlatır. Kapkara bir ortamın, kırmızımtrak bir aydınlığa dönüşümünden duyduğum hazzı ve heyecanı anlatamam. Karanlıktan kaynaklanan korkular bir sis bulutu gibi dağılır, görünmeyenler görünmeye, tanınmayanlar tanınmaya başlar, ılık bir rüzgar insanın içine ferahlık ve coşku doldurur, kanatlanıp, henüz görmediğiniz, fakat varlığını anladığınız, o ışığa doğru uçmak istersiniz.

İnsan, iradesi dışında, nereye ve niçin geldiğini bilmeden dünyaya gelir. Yaratılmıştır. Dünyaya geldiği andan itibaren, yaratılış kuralları doğrultusunda, otomatik olarak, fizyolojik tepkileri harekete geçer. Düşünsel-Bilinç vasfı uykudadır, zaman içinde gelişerek, her insanda farklı bir düzeye ulaşır. Bilincin oluşmasını şafak sökmesine benzetirim. Şafakta, güneşin bulutlardan yansıyan ışığı, karanlık ortamı yavaş, yavaş aydınlatır.

O süreci yaşamayanlar bilmeyebilir, yaşamış olanlar farklı algılayabilir, kapkara bir ortamın, yavaş yavaş, fakat fark edilir bir şekilde, kırmızımtrak bir aydınlığa dönüştüğü, şafak sökmesi olayından duyduğum hazzı ve heyecanı anlatamam. Karanlıktan kaynaklanan korkular bir sis bulutu gibi dağılır, görünmeyenler görünmeye, tanınmayanlar tanınmaya başlar, ılık bir rüzgar insanın içine ferahlık ve coşku doldurur, kanatlanıp, henüz görmediğiniz, fakat varlığını anladığınız, o ışığa doğru uçmak istersiniz.

Şafak olayı teorik olarak her zaman vardır fakat, pratikte her zaman yaşanmayabilir. Kara bulutlar güneş ışığının yansımasını ve aydınlanmayı engeller. Çocukta yaradılıştan var olduğuna inandığım bilinç cevherinin nasıl uyandığını bilmiyorum, fakat şafağın sökmesi gibi, dışarıdan yapılan telkinlerle gelişip şekillendiğini düşünüyorum. Sen oğlansın / kızsın, biz buyuz, biz böyle davranırız, sen bizdensin, öyle ise sen de busun, sen de böyle davranmalısın gibi telkinlerle, çocuğa çevresi, örfü, ırkı, dini öğretilir. Bu öğreti, aslında bir beyin yıkama veya bilincin programlanmasıdır, çünkü o aşamada çocuğun beyninde-bilincinde yazılı bir şey olmadığından duydukları temel olur ve bundan sonra duyacaklarını bu temele göre değerlendirmek zorunda kalır. Böylece, çocuk, manevi zincirlerle sıkıca bağlanmış ve dış telkinlerin esiri olmuştur. İleri dönemlerde farklı şeyler duyabilecek, fakat, büyük bir ihtimalle, ön yargılı olarak karşı çıkacaktır. Farklı düşünme yeteneği kazanıp öğreti dışına çıkmaya çalışanlar ise suç işlemiş, hatta ihanet etmiş sayılarak, gelenekler ve yasalar çerçevesinde cezalandırılacaklardır. İnsanın veya insanlığın kırılma noktası burasıdır. İnsana kendisini tanımasına, çevresini anlamasına izin verilmez, egemen güçlerin telkinlerini benimsemeye zorlanır.

Yaratılmış insanın düşünsel yanını şekillendiren eğitimdir ve eğitim kaçınılmaz bir uygulamadır. Ancak eğitim, içerik ve yöntem bakımından çağdaş değilse, çağ dışı çocuk yaratılmış olur. Karanlık telkinlerle, nakillerle büyüyenler, içinde bulundukları gerçeklerden uzakta, kafalarında yaratılan sanal dünyanın hurafeleri içinde yaşarlar. Gerçeklerle hurafeler her zaman çatışma halindedir ve bu çatışma biri diğerine egemen oluncaya kadar sürecektir. Çağ dışı ezberlerle beslenen insanların kendilerini aşması veya değiştirilmeleri adeta imkansızdır. Araştırma, sorgulama, yorumlama ve gerçekçi bir yaklaşımla, doğruyu demiyorum, kaçınılmazı seçebilme vasfı, yani akıl denilen paha biçilmez yetenek onlarda gelişmemiştir. Onlar, nakillerin esiri önyargılı militanlar, düşünebilse bile yapmaktan korkan zavallılar veya düşündüğü halde, çıkarlarını ön planda tutan sahtekarlar grubundan birine mensuptur. Ne yazık ki çoğunluktalar. Eğer demokrasi bir sayı rejimi olarak algılanırsa onlar kazanır. Akıl, ışıktır, aydınlıktır, güçtür. Karanlığı sevenler, değişik coğrafyalarda, değişik zamanlarda, farklı söylemler kullanmışlar fakat amaçları hiç değişmemiştir; insanın aydınlanmasını engelleyerek, onu sömürmek. Aklını kullanma yeteneğini kazanmış olanlar özgür insanlardır. Özgürlük, yaradılışın ve insanın onurunun vazgeçilmez bir niteliğidir. Bir insanın değeri, özgür iradesi ile yaptıkları veya yapmadıkları ile ölçülmelidir. Kölenin sorumluluğu yoktur, çünkü o sadece emredileni yapar. Sürdürmeye güçleri yetmediği için, bugün fiziki köleliği kınayanlar, yerine fikir köleliğini, “ötekini’’ ikame ettiler. Azınlık bir grup teknolojik gücü ve sahip olduklarını iddia ettikleri ilahi güçle dünyanın büyük çoğunluğu alabildiğine sömürmektedir. “Her toplum layık olduğu yönetime kavuşur’’, ne halleri varsa görsünler, demek etik bir yaklaşım değildir. İnsanlığın, fiziki köleliği yıkmak için ödediğinden daha fazlasını ödeyerek fikir köleliğini de yıkacağına inanıyorum. Önemli olan, özgür insanların, bu sürecin kısalmasına katkıda bulunmasıdır. Katkının çeşidi, küçüğü, büyüğü söz konusu değil, hiçbir mazerete sığınmadan, fikir kölesi insanların aydınlanması için, kim, elinden ne geliyorsa onu yapmaktan kaçınmamalıdır. İnsanlar, kendilerine doğuşta verilenlerden dolayı eleştirilemez ve kınanamaz, ancak, doğuştan sonra kazandıkları ile, insanlık için yaptığı doğru ve yanlışlardan dolayı, fikir ortamında, yargılanarak alkışlanmalı veya kınanmalıdır.

İnsan, binlerce yıllık süreçte değerler yarattı. Kutsal… Vatan… Devlet… Ulus… Bağımsızlık… Hukuk Devleti… Yargı Bağımsızlığı… Bireysel Özgürlük… Düşünce Özgürlüğü… İnsan Hakları… Kadın Hakları… Çocuk Hakları… Hayvan Hakları… Doğaya Saygı… Canlılara Sevgi… Paylaşma… Yardımlaşma… ilk aklıma gelenler. Bu değerleri bulmak ve hayata geçirebilmek için, insan büyük bedeller ödedi, şimdi de onları korumak için bedel ödüyor. Aklıma takılan soru şu; İnsan bu değerleri yaratabilmek için, geçmişte kiminle savaştı, korumak için, şimdi kiminle savaşıyor? Bu sorunun tek cevabı var: İnsana karşı. Kendi eserini, kendisinden koruyan başka bir varlık tanımıyorum. Düşündükçe kafam karışıyor. Acaba, insan şeklinde gördüğümüz varlıkların tümü, aslında, insan değil mi? İnsan, çok ilginç bir yaratık, hangi taşı kaldırırsanız altından o çıkıyor. Çözülmesi en zor bilmecenin insan olduğunu düşünüyorum. Geniş bir yelpazede, en iyiden, en güzelden, en kötüye, en çirkine kadar, bütün ürünler ve davranışlar insanın eseridir. İnsan olduğum için sürekli gurur duymak istiyorum, fakat ne yazık ki, bazen utanıyorum. İnsan, kendi kutsalı için insanı bile öldürürken, başkalarının kutsalına saygı duymuyor. İnsan, kendisi için vazgeçilmez hak saydığı dünyevi değerlerin kendi dışındaki insanların da hakkı olabileceğini kabul etmiyor. İnsan, baş tacı ettiği iddia ettiği kendi değerlerini, kendi çıkarları ile çatıştığı zaman ayaklar altına alabiliyor. Bunlar ve benzeri tutumlar utanç verici değil mi? İnsan nedir? İnsan kimdir? İnsan neyin peşindedir? İnsan için en önemli şey nedir, yarattığı değerler mi, yoksa dünyevi çıkarları mı? O değerler, tüm insanların vazgeçilmez hakkı mıdır yoksa, sadece bir kısım insanlar için mi yaratıldı? İnsan, ne kadar yaratılmıştır, ne kadar kendi kendini yaratmıştır? Şu kadar milyar insan arasında benzerliklerden çok farklılıklar var, bu farklılığı insan mı yarattı, yoksa yaradılışın kanunu mu? İnsanların birbirlerine hiç benzemediklerini artık biliyorum. Şüphe ettiğim husus, acaba insan görünümlü bir bedende birden fazla insan olabilir mi?

Kendimize dönersek, her zaman olduğu gibi, Türkiye, çok sıcak, çok zor günler yaşıyor.

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK PROBLEMİ; İNSAN

İnsanı, anladığım kadarıyla anlatmaya çalıştım. Vardığım nokta şu; insanları birbirine benzetmeye çalışmanın hem bir anlamı yok, hem de mümkün değil. Ortak değerlerde, ortak çıkarlarda, ortak bir gelecekte birleşmek en akıllı yol. Barışın aşamaları var; kendisi ile barış, ailesi ile barış, komşusu ile barış, yurtta barış, dünyada barış. Alt basamaklarda sorunları olanların üst basamaklarda bir şey yapabileceğini düşünmek akıl dışıdır. Her türlü problemin kaynağı insan olduğu gibi, her türlü problemin çözümü de gene insandır. Bütün çirkinliklerine rağmen, insan güzel bir yaratıktır. Bütün akılsızlıklarına rağmen, insan akla sahip olan bir yaratıktır. Şu güzel yurdun, güzel insanlarının aydınlanmasını engelleyenlere sesleniyorum; Unutmayın, bu yurdun insanları, er geç kandırılmışlık uykusundan uyanacak ve kendisine yapılan kötülüklerin hesabını soracaktır. Geçmişte bunu başardı, yarın da mutlaka başaracaktır. Bu ulus, sadıktır, sabırlıdır, dürüsttür, değerlerine saygılıdır, çağdaştır. Bu ulus, iki şeyi affetmez; aldatılmak ve ihanete uğramak. Aydınlanmayı engelleyen karanlık insanlar, bu ulusa saygı duymuyorsanız bile kendinize acıyın, yumuşak huylu atın çiftesi pek olur.

Arayacağız, aydınlanacağız ve adam gibi yaşayacağız. Bunu geciktirebilirler ama kimse engel olamaz.

18 Aralık 2006