Bir insanın veya bir toplumun kendini tanımaması söz konusu olabilir mi? Olmaması gerekir diye düşünüyorum, ama her zaman düşünceler gerçeklerle örtüşmüyor.
Bir TV programında, bir bakanımızla söyleşi yapılıyor. Bakan aynı zamanda profesör. Uzmanlık dalında ciddi bilgilere sahip olduğunu sanıyorum, ancak uzmanlık dalı inanca ve bir ölçüde ideolojiye dayandığı için yanlı olabilir.
Söyleşinin konusu, Avrupa Birliği (AB) idi. Bakan bir soruya, anlamı bakımından, şöyle cevap veriyor; AB değerleri diyorsunuz. Nedir AB değerleri; sevgi, saygı, insan hakları vb. Bu değerler AB’den önce bizim dinimizin, bizim kültürümün değerleridir.
Bu sözlere sevinmem mi, yoksa üzülmem mi gerekir, doğrusu karar vermekte bocaladım.
Sevindim. Çünkü; AB değerleri olarak gözümüzde büyüttüğümüz, kırk yıldır peşinde koştuğumuz değerler meğer, aslında, bizim değerlerimizmiş. Meğer biz ne kadar değerliymişiz. Bununla nasıl gururlanmam?
Sonra düşündüm; madem ki bu değerler bizim değerlerimiz idi, şimdi niye onların olmuş? Bizden çalmışlar mı, gasp mı etmişler, bizden satın mı almışlar?
Hangi şekli söz konusu olursa olsun, bu değerleri kaybetmiş veya terk etmiş olmamıza çok üzüldüm. Günlük yaşamımızda karşılaştığımız, konak ağasının dördüncü-beşinci kuşak torunlarının, aynı mekanda hizmetçilik yaptığı örnekleri aklıma geldi.
O sözü söyleyenin bir bakan olması daha değişik bir etki yapıyor. O bakanın içinde bulunduğu ekip, yani hükümet, AB’ye girmek için çok büyük çabalar sarf ederken, bu sözleri söylemesinin özel bir nedeni mi var? Acaba, yönümüzü AB’den başka bir yöne mi çevirmek istiyor? Bırakın AB’yi, o değerler bizim mahzende, bir kenara atılmış vaziyette duruyor, oradan alır, tozlarını temizler kullanırız mı, demek istiyor. Yoksa içtenlikle bir gerçeği mi ifade ediyor? Her sözün altında gizli bir maksat aramak sağlıklı bir tutum değil, ama toplumumuz o psikolojiye sokuldu bir kere. Kimseye güvenemiyorsunuz, çünkü, şairin deyişiyle, çok hacının haçı çıktı, koltuk altından.
Bir art niyet aramadan, bu yargıyı değerlendirmek istiyorum.
Varsayım ki;
Bugün AB’nin savunduğu değerler aslında bizim dinimizin ve kültürümüzün değerleridir. AB’yi bugünkü değerlerini, bizim eski değerlerimizden esinlenerek geliştirdiler.
O zaman, soru;
Biz, bizim olduğunu iddia ettiğimiz, o değerlere bugün niye sahip değiliz?
Biz, o değerleri anlayamadık mi, kıymetini bilemedik mi?
Biz, o değerleri attık mı, sattık mı, çaldırdık mı?
Bizi, ne veya kim yanılttı?
Bizim bu tuzağa düşmeyecek kadar aklımız yok mu?
Biz, o değerler bizimdi derken, acaba AB değerlerini küçümsemek veya kendimizi aldatmak gibi bir psikoloji içinde miyiz?
Bütün bunların sebebi olan şeytan bizim içimizde mi, dışımızda mı?
Eğer, bu soruların cevabını verecek kadar bilgili, samimi ve yürekli olabilirsek kendimizi tanımış oluruz.
Amacım insanlarımızı bilmeye, anlamaya ve düşünmeye yönlendirmektir. Bilen, anlayan, düşünen ve soru sorma yeteneğini kazanan insanlar, akıllarını kullanarak o soruların cevaplarını da bulurlar ve önlemlerini de alırlar.
Geçmişimizde, bir dönem, kültürel bazda, gerçekten, çok güçlü olduğumuza inanıyorum. O dönemin, siyasi ve askeri başarılarının asıl nedeni de, aslında o kültürel güçtür.
Niçin bu duruma düştüğümüzün cevabını, birbirimizi suçlamadan, birbirimizi kırmadan, kendi doğrularımızı, tek doğru budur, diye dayatmadan, araştırıp bulmamız gerekir. Sebep bir değil, onlarcadır. Aklınıza gelen her şeyin, bu duruma düşmemizde bir payı olabilir. Hatta iyi niyetli, fakat sonuçları iyi hesaplanmamış tasarruflar dahil. Şeytanı doğru tanımlamak ve doğru yerde aramak gerekir. Dışımızdaki şeytanlara kızmaya hakkımız yok, onların hedefi bizi kandırmaktır. Bizim görevimiz onunla mücadele etmek ve kanmamaktır.
Kendimizi tanımadan, önümüzdeki engelleri tanımadan, mücadele verdiğimiz ortamı tanımadan başarılı olabilmemiz mümkün değildir. Tanımanın en önemlisi, fakat, belki de, en zoru kendimizi tanımaktır. Zordur fakat imkansız değildir.
Arayışta yolunuz açık olsun…
18 Ekim 2004, Fenerbahçe