İnsanlar, çoğunlukla, güzellikleri ve korkuları konuşurlar. Hangisi ağır basıyorsa o daha çok konuşulur.
Türkiye’de on yıllardır, yaşanan acıları veya geleceğe dönük muhtemel korkularını konuşuyor, mutluluklar, zevkler, unutuldu.
Yaşadığımız acıların, geleceğe dönük korkularımızın ortak paydası siyasettir. Günümüz, geleceğimiz ve tüm varlıklarımız siyasetin ipoteği altında.
Son günlerde, “özü ve sözü bir olmak” söylemi, gündemimize oturdu. Aslında, “Özü ve sözü bir olmak”, adam olmanın temel şartıdır, yeni duyuyormuş gibi davranmamız, belki de pratikteki eksiklikten kaynaklanmaktadır.
Öz, insanın fizyolojik ve düşünsel yapısı, söz ise, özün dışa yansıttığı söylem veya davranıştır. Öz, var olan gerçek yapı, söz, özün ürünü bir araçtır.
Gerçeğin, yani özün olduğu gibi yansıtılması, dürüstlüğün gereği olmakla beraber, herkesin dürüst olmadığı kesin. Çıkar denilen lanet şey, insanların kendilerini farklı kalıplara sokmasına, hatta, insanlıktan çıkarmasına neden olabilmektedir. Sözü ile özü uyuşmayan insanların en az zararlıları basit yalancılardır, bazılarının insan görünümlerinin altında bir başka yaratık olabilir ve zararları çok büyük olabilir. Kuzu postuna bürünmüş kurt veya insan görünümündeki yılan, misali.
Saros Körfezi’nin Erikli sahili, denizi temiz kalmış, oksijeni bol Kaz dağlarına komşu bir bölge. Mevsim, yüzmek için, kısa sayılsa da, sağlıklı yaşam için yeterince uzun. Önümden, Keşan Belediyesi’nin çöp kamyonu geçiyor, üzerine büyük harflerle, “Temizlik Medeniyettir” yazılı. Temizlik için, kültürel bir yaklaşım. Dilimizden düşürmediğimiz bir başka sözcük de, “Temizlik imandandır.” Bu da, temizlik için bir inanç yaklaşımıdır. Çevrede yürürken gördüğüm manzara, iki söyleme de hiç uymuyor. Doğal güzellik, insan üretimi, pisliklerle kirletilmiş durumda. Temizlik, medeniyetin ve imanın göstergesi ise, mevcut manzara, medeniyetimizden de, imanımızdan da şüphe etmemizi, gerektiriyor.
Medeniyette ve imanda, özü ve sözü farklı olan insanların siyasette özlerinin ve sözlerinin bir olması beklenir mi?
Devlet adamlarına, özellikle Cumhurbaşkanına çok değer veriyor ve olur olmaz eleştirilerden uzak tutuyoruz. Ne güzel. Bunun yanında, T. C. Devleti’nin kurucusu, birinci Cumhurbaşkanı, Mustafa Kemal Atatürk’e iftirada, edepsizliğin, ahlaksızlığın zirvesine çıkanlar var. Atatürk’ün yaptıkları yapılmamış olsaydı asla şimdiki konumlarında olamayacak olan bu insanların tavrı, insani ölçüler içinde, fikir ve görüş ayrılığından kaynaklanan bir söz sorunu değil, özlerinden kaynaklanan bir hastalık.
Yönetim biçimi olarak demokrasiyi seçmişiz. Ne güzel. Dünyada işleyen tek tip bir demokrasi varmış gibi, Türkiye’nin gerçeklerini göz ardı edip, anlamaya ve yürütmeye çalıştığımız demokrasimizi, teorik kurallar öne sürerek, sözde korumak bahanesiyle, özde yıkmaya çalışıyorlar. Bunu yapanlar, toplum yaşamında demokratik kuralların değil, dogmaların egemen olmasını istiyorlar, çünkü çıkarları orada.
Seçimin sonuçlarına, elbette, saygı duyulması ve uyulması gerekir, ama, seçimi kazanmak, devleti allak bullak etme hakkını kazanmak anlamına gelmez. Devleti kuranların hakkını, devletin kuruluş felsefesini ve anayasasını göz ardı etmek, devlete baş kaldırmaktır, affedilemez. Toplumumuzun demokrasiyi özümseyemediği bir gerçek, fakat asıl problem, siyasetçinin, demokrasiyi ideolojik ve ekonomik çıkarının bir aracı olarak kullanarak yozlaştırmasıdır. Yalancılarla, ezberci eğitimin teori esiri entelektüelleri bir araya gelince, insan aklının kavramakta zorlandığı durumlar ortaya çıkıyor. Toplum, artık, kargalardan kılavuzlar aramaktan vazgeçmeli, kendisini değiştirmenin, çağdaş nosyon kazanmanın şart olduğunu idrak etmelidir.
Anayasa, gerekiyorsa, elbette, değiştirilir, fakat onun devletin kuruluş felsefesini ve temel ilkelerini içeren temel belge olduğunu akıldan çıkarmamak koşulu ile. Anayasamızda, T. C. laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlamıştır. Gönül isterdi ki, bu evrensel değerlere toplumsal bir evrimle ulaşalım. Becerememişiz veya fırsat verilmemiş. Atatürk, toplumsal geri bırakılmışlığımızı devrimlerle gidermeye çalışıp, o evrensel değerleri bize kazandırmıştır. Bir kesim, “laik”, “demokratik” ve “hukuk devleti” kavramları ile barışık değil ve değiştirmek istiyor. Bunu, Atatürk’ü yıkmadan yapamayacağını bildiği için de, önce Atatürk’ü anayasadan silmeye çalışıyorlar. Atatürk’ü anayasadan silmek, sadece Atatürk’e karşı vefasızlık değil, milletin değerlerine de aykırıdır. Bu millet, nankör ve kadir bilmez değildir.
Başkalarının inancına, en az, kendi inancıma duyduğum kadar saygı duyuyorum. Korkum, gücü ele geçirdikleri zaman, onların benim inancıma saygı duymayacaklarından kaynaklanıyor. Korkum, ülkeyi özü ve sözü bir olmayanların yönetmesinden kaynaklanıyor.
Atatürkçülük; çağdaşlık, akılcılık, geçekçilik, sözde ve özde bir olmak, Türk ulusunu, refah, barış ve güvenlik içinde yaşatmak, dünya barışına katkıda bulunmaktır. Bu kriterlerin neresi yanlış ki, entel geçinenler karşı çıkıyorlar?
20 Ağustos 2007