Eğitim sistemi Malezya tipi bir zihniyetin elinde. İnanç sistemi şeyhlerin, tarikatların, cemaatlerin, cami imamlarının elinde. Ekonomik sistem, Duyun-u Umumiye benzeri, IMF’in elinde. Hukuk sistemi AB kriterlerine uyum sağlamak bahanesiyle, dış etkiler altında. Terörün dışarıdaki odaklarına müdahale edebilmek için süper gücün onayını almak zorundayız. Özgürlük, yaşama hakkı gibi, doğuştan gelen bir haktır. Egemenlik, toplumun devlet yönetimindeki konumunu ve devletin başka devletlerle ilişkilerini tanımlayan bir kavramdır. Özgür olmayan insan adam değil, egemen olmayan devlet, devlet değildir.
“2007 Biterken” başlıklı yazıma çok güzel geri dönüşler aldım, mutlu oldum. İltifat edenlere teşekkür ediyorum.
İltifat edilmek, kişi için, duygusal açıdan çok önemli olmakla beraber, gerçekçilik ve akılcılık açısından yeterli değil. Doğru olduğu kabul edilen konunun hayata geçirilmesi için çaba sarf edilmeli. Çabanın azı çoğu, küçüğü büyüğü olmaz, önemli olan, kişinin neye gücü yetiyorsa, ortam neyi gerektiriyorsa ve kurallar neye izin veriyorsa o yapılmalıdır. Çorbada tuzu bulunanların, o çorbadan alacakları haz ve tat çok farklıdır.
Atatürk mücadeleye, sıfır noktasından da aşağıda, eksi bir noktadan başladı. Karşısında, ülkeyi işgal etmiş, ekonomik ve teknolojik açıdan, devrinin en güçlü, sömürücü, dış güçler ile gelenekleri ve inancı bir araç olarak kullanarak, halkı esir almış sömürücü iç gruplar vardı. Tek çıkış yolunun, asırların çilesini çekmiş, can ve mal bakımından bitmiş, tükenmiş, yaşadıklarını kader diye algılayan halkı ayağa kaldırarak, zincirlerinden kurtarıp, özüne döndürebilmek ve özgürlüğüne kavuşturabilmek olduğunu düşünüyordu. Arkadaşları, ülkeyi dış düşmanın işgalinden kurtarma mücadelesinde onun yanında yer aldılar, fakat halkın özgürlüğüne kavuşturulması konusunda yalnız bıraktılar. Atatürk, dış sömürücünün işgalinden kurtulmanın yeterli olmayacağı, köklü kurtuluşun, iç ve dış, her türlü sömürüden kurtulmak olduğu inancını hiç yitirmedi. Halkın içindeki, üzeri küllendirilmiş, sönmek üzere olan ateşi canlandırarak, onu özüne döndürüp dış düşmanları kovma mucizesini başardı, fakat ne yazık ki, halkı tam özgürleştiremeden hakkın rahmetine kavuştu.
Atatürk’ün bize kazandırdığı çağdaş değerleri daha ilerilere götürmemiz gerekirken aksine birçoğunun önemini anlamadık, kıymetini bilemedik, ya miras yedi gibi harcadık ya da karşı hareketleri önleyemediğimiz için kaybettik. Hatalıyız! Suçluyuz! Ama her şey bitmiş, her şey kaybedilmiş değil. Gerçekleri görür, aklımızı başımıza alır, kendine güven, kararlılık ve elbirliği ile yeterli çabayı gösterirsek çağdaş ve uygar dünyada, hak ettiğimiz yere gururla otururuz.
Bütün kayıplarımıza rağmen, bugün, biz, Atatürk’ün mücadeleye başladığı koşullardan çok daha iyi ve güçlü bir konumdayız. En azından yarısına yakını aydınlık bir nüfusumuz var. Gerçek Atatürk’ümüz yok ama, iyi yetişmiş, birçok genç Atatürk’ümüz var. İnsanlar bazı şeylerini kaybettiklerinde onun değerini daha iyi anlıyorlar. Biz de, kolay elde edip, sorumsuzca kaybettiğimiz değerleri geri almak için zorlu bir mücadeleyi göze almak zorundayız. Başaracağımıza inanıyorum.
Kişilerin, toplumların, ulusların ve devletlerin gücü, maddi ve manevi kaynaklardan beslenen birçok dinamiğin ortak yansımasıdır. Gücün halkalarından bir tanesi, belki de en önemlisi; ÖZGÜRLÜKTÜR. Özgürlük para, teknoloji, silah veya akıl değil ki, niye güç olsun denebilir. Evet özgürlük bunların hiçbiri değil, fakat özgürlük, bunların tümünü kullanabilme serbestisidir. Özgürlük; kişinin, toplumun, ulusun ve devletin kendisi dışında bir güce bağlı olmadan, daha çıplak bir ifade ile başka bir gücün esiri olmadan, kararlarını kendisinin verebilme serbestisidir.
Özgürlük, yaşama hakkı gibi, doğuştan gelen bir haktır. Düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, düşünceyi ve inancı ifade etme ve yaşama özgürlüğü, hak arama-eylem yapma özgürlüğü, birey ile devlet arasındaki problemli konulardır. Egemenlik, toplumun devlet yönetimindeki konumunu ve devletin başka devletlerle ilişkilerini tanımlayan bir kavramdır. Özgür olmayan insan adam değil, egemen olmayan devlet, devlet değildir.
Özgürlük, bu kadar önemli olmasına karşın, belki, dışa vurulmayan düşünce ve inanç özgürlüğü hariç, hiçbir özgürlük, hiçbir çağda, hiçbir coğrafyada sınırsız olmamıştır, olamaz da. Çünkü, başkasına zarar verme, kamu düzenini bozma, devleti parçalama özgürlüğü olamaz. Arzu edilen özgürlük, çağın anlayışına ve değerlerine uygun olarak, bireyin, toplumun ve devletin çıkarlarını birlikte koruyan, dengeli bir özgürlüktür. Devlet çok önemlidir ama, devlet birey ve toplum için vardır. Bilinçli bir toplum, bilinçli bir yönetim, ne zaman devletin, ne zaman bireyin öncelik alacağını doğru belirler.
Vazgeçilmez bir değer olan özgürlüğün en aldatıcı, hatta korkunç tarafı, özgürlüğün, özgürlükleri yok etmek için kullanılabilmesidir. Karanlık siyasi ideolojilerini gerçekleştirmek için, “bireysel tercih”, “insan hakkı” gibi vazgeçilmez değerlerin arkasına sığınan ikiyüzlü alçaklardan sakınmak hayati derecede önemlidir.
Atatürk bize, dışa karşı siyasi, ekonomik ve hukuk açısından tam bağımsız bir devlet ve egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan bir ulus teslim etti. Soruyorum; bugün biz, birey, ulus ve devlet olarak, bu değerleri koruyor muyuz? Cevabım, tek kelime ile hayır.
Aslında bu sadece benim gördüğüm bir gerçek değil, sokaktaki sade vatandaş da bunu biliyor ve ifade ediyor. Osmanlı’nın asırlar içinde verdiği tavizleri Lozan’da çöpe atan bu ulus-devlet, kazanımlarının büyük bölümünü, 1950’den bu yana, dış güçlere ve çıkarcı, karanlık emelleri olan iç dinamiklere terk etti.
Bir daha hatırlayın ve düşünün;
– Eğitim sistemi Malezya tipi bir zihniyetin elinde.
– İnanç sistemi şeyhlerin, tarikatların, cemaatlerin, cami imamlarının elinde.
– Ekonomik sistem, Duyun-u Umumiye benzeri, IMF’in elinde.
– Hukuk sistemi AB kriterlerine uyum sağlamak bahanesiyle, dış etkiler altında.
– Dış güçler ve işbirlikçileri, Türkiye’ye “Ilımlı İslam’ı” empoze ediyor, kılımızı kıpırdatamıyoruz.
– İçteki terör örgütüne önlem almaya kalktığımızda, Batı, “sakın aşırı güç kullanma” diye uyarıyor.
– Terörün dışarıdaki odaklarına müdahale edebilmek için süper gücün onayını almak zorundayız.
– Özellikle kız çocuklarının eğitim hakları, orta çağ kafasına sahip anne-babaların ve onları maşa olarak kullanan cemaatlerin elinde.
– Bir kısım kadınlarımız, kendilerine sunulan çağdaş yaşam koşullarını kabul etmeyip karanlık zihniyetlerin ve erkeklerin esiri olmak için inanılmaz çaba harcıyorlar. Bunları bilgili, bilinçli ve bireysel tercihleri olarak yaptıklarına inanmıyorum, bazı merkezlerden yönetiliyorlar, belki de bunun için bir kazanç sağlıyorlar.
– Bazı vatandaşlarımız bir çuval kömür için oylarını ipotek ediyorlar.
– Vatandaşlarımızın büyük bir bölümü oylarını, şeyhlerin, ağaların ve cemaat liderlerinin emri doğrultusunda kullanıyor. Bu durumda, seçim sonucunun demokrasiyi yansıttığını düşünmek kendimizi aldatmak değil mi?
– Bilinçli hainler hariç, vatandaşlarımızın bir bölümü ekonomik zorlamalar veya tehditle terör örgütüne katılıyor.
Şimdi, söyler misiniz, yukarıdaki konularda kendi kararını veremeyen birey- toplum-devlet özgür sayılır mı? İnsanın temel değerleri bilgisi ve aklıdır. Özgür olmayan insanlara, gerekli ve geçerli bilgiler yerine, esiri oldukları güçlerin istedikleri bilgiler verilerek bir sürü gibi güdülüyorlar. Devletimizin, anayasada belirtilen, temel niteliği laikliktir. Bunu ifade ederken ya başkalarını ya da kendimizi kandırıyoruz, özgür olmayan insanların laik olması mümkün mü?
Bilgisi az, aklı gelişmemiş insanlar yanlış karar verseler bile saygı duyarım, çünkü kendi özgür kararlarıdır. Yanlış kararın bedeli kapsamı kadardır, düzeltilme ve bir daha yanlış yapmama şansı var. Acınacak durumda olanlar, kendi kararını verme hakkından ve yeteneğinden yoksun olanlardır. Bunların, en azından -Allah bana niye akıl verdi?- diye düşünebilmelerini diliyorum.
Vatandaşlarımız, özgürleşir, bilgilenir, bilinçlenir, gerçekleri görür, aklını kullanır, geçmişin geleneklerini değil, çağın koşullarını yaşamaya, kendi kararlarını kendileri vermeye başlarlarsa “Türkiye uçar.” Türkiye, “Vali ve kaymakamların kamyonların şoför mahalline oturup kömür dağıtması ile uçurulamaz.”
Ocak 2008