“İlim Çin’de de olsa öğrenin” ya da “Bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum” sözlerini tekrarlamak ezbercilikten başka bir şey değil, asıl olan, o sözlerin anlamını yaşama geçirmektir. Bunların yanında bir de, “Çok bilen, çok yanılır” diye de bir sözümüz var. Bu söz, kendisini çok biliyor sanan, gerçekçilikten uzak, ezberledikleri teorilerle ahkam kesen yarım aydınlardan sakının, demek istiyor.
Etki, yapılan bir hareket veya beklendiği halde yapılmayan bir hareket, yani hareketsizliktir. Tepki, etkiye karşı yapılan bir hareket veya sergilenen bir hareketsizliktir. Bireysel veya toplumsal, bir eylem veya bir eylemsizlik göstergesidir. Bireyler ve toplumlar varlıklarını sürdürebilmek için gelişmek zorundadırlar ve gelişmenin temelinde değişim vardır. Ancak geriye dönük değişimlerin gelişme olmadığını akıldan çıkarmamak gerekir. Değişim de, değişmemekte de bir etkidir ve her zaman bir tepki ile karşılaşabilirler.
Etki ve tepki tarihimizde ziyadesiyle mevcut. Osmanlı, değişip kendini yenileyemediği için çöktü. Bazı padişahların ve bir kısım aydınların yenileşme çabaları karşı çabalarla engellendi. Osmanlı’nın çöküşünü etkileyen, dış etkenler, sanayi devrimini yakalayamaması, üretim toplumu olamaması, toprak düzeninin bozuk olması, saltanat kavgaları vb. onlarca neden sayılabilir ve her birinin, etkileri farklı olmakla beraber, doğruluk payı vardır. Ancak, bu nedenlere takılır kalırsak, bu nedenleri de doğuran asıl nedeni bulamayız. Ana neden; İslam’ın yenilikçi ve bireysel inanış temeline dayalı bir din olduğunu göz ardı edip, toplumu güden, tutucu, değişmeyen, zaman ve zemin kriterlerini dikkate almayan, her türlü yeniliğe karşı çıkan bir ruhban sınıfının yaratılıp din ve dünya işlerinin onların ellerine teslim edilmesidir.
İslam, kendinden önceki semavi dinleri kabul ederken, bozulduklarını ve onları düzeltmek için gönderildiğini söyler. Acı gerçek, bugün, İslam’ın egemen olduğu coğrafyalarda yaşayanlar, aç, açık, güçsüz ve düzeltmekle görevli olduklarının esiri durumundalar. Din bilginlerimiz, sohbetlerinde, batıdaki aydınlanmayı ve yenileşmeyi başlatanların İslam alimleri olduğunu söylüyorlar, ne mutlu, fakat o İslam alimlerinin, niçin, İslam dünyasında çok tanınmadıklarını ve İslam dünyasını niçin aydınlatamadıklarını söylemiyorlar. Bilmiyorlar mı, yoksa çekiniyorlar mı?
Milli mücadelemiz dış düşmanlara ve bir kısım iç güçlere karşı bir tepki ve mucizevi bir başarıdır. Dış güçlerin ve bir kısım iç dinamiklerin milli mücadelenin kazanımlarına karşı tepkileri vahşice sürüyor. 1938 yılına kadar Atatürk eserini inançla ve etkin bir biçimde korudu. Atatürk’ten sonra eser Atatürkçülere emanet edildi. Onların hiçbiri bir Atatürk değildi, olamazlardı da, ama Atatürk’ü doğru anlayıp eseri koruyabilirlerdi, onu da beceremediler. Atatürkçülüğü farklı algılayıp kamplara bölündüler, karşıtlarından çok kendi aralarında sürtüştüler, güç kaybına uğradıkları gibi, Atatürkçülüğün olduğundan farklı gösterilmesine zemin hazırladılar. Atatürk’ü değerleri ile savunma gücüne sahip olamadıkları için Atatürk’ü, Atatürk’le savunmaya kalktılar ve sonunda sindiler. Meydan, “Atatürkçülüğün modası geçmiş bir ideoloji” olduğunu söyleyenlere kaldı.
Atatürkçülük, değişmez bir kalıp değil, çağın gereklerine uyan bir vizyondur. O vizyonun belirlediği hedef; Türk Ulusunu, kültürel olarak, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmaktır. O hedefe ulaşmak için, devrimler yapıldı, izlenecek politikalar belirlendi, göz önünde bulundurulacak prensipler kondu. Hangi vicdan sahibi bu anlayışın modasının geçmiş olduğunu söyleyebilir. Onların söyleyemedikleri şu; Atatürkçülük sadece, devlet yönetimini dini esaslara oturtmak isteyenlere, her türlü gericiliğe ve dini kendi çıkarı için kullananlara karşı değişmez bir ideolojidir.
Atatürk Türk Ulusuna ne büyük kazanımlar sağlamış ki, ondan zarar gören dış ve iç dinamikler tepkilerini, onlarca yıldır, kin ölçülerinde sürdürüyorlar. Atatürk ne güçlü imiş ki, hala yaşıyor. Atatürk bir sembol, aslında onlar Türk Ulusunu yıkmaya çalışıyorlar.
Bugün, dış güçlerin ve içteki işbirlikçilerinin bizden istedikleri şu; Uslu olun, söz dinleyin, dediklerimizi yapın. Şimdilik “Ilımlı İslam’la” yetinin. Biz öteki dünyayı size bıraktık, siz de bu dünyayı bize bırakın.
İslam’da reform olur mu diye sorulduğunda, kendini İslam’ın sahibi sananlar, büyük bir gürültü ile ayaklanıyorlar, “İslam’da reform olmaz”. Onların büyük bölümü ılımlı İslam’a evet demiş durumdalar, bir bölümü ise, pusuya yatmış, şimdilik seslerini çıkarmıyor. Onlar biliyor ki, ılımlı İslam bir ara hedeftir, hele “Laiklik” bir def olup gitsin, ılımlı İslam’ın radikal İslam’a dönüşmesi sorun değil.
İki değer çarpıştırılıyor; inanç ve Atatürk. Çok yazık, çok ayıp. Biri diğerinin alternatifi değil. İkisi de kendi alanlarında ihtiyacımız olan değerler.
Bir siyasi parti, siyasi beceriksizliğini Atatürk imajı ile kapatmak için, seçim kampanyasında “Bu seçimi Atatürk kazanacak” diye kampanya yaptı. Bundan büyük hata olur mu?
Bir siyasi parti, “Bu seçim, Çankaya’ya dindar cumhurbaşkanı çıkarmanın savaşıdır” diye kampanya yaptı. Bundan daha büyük din istismarcılığı olur mu?
“İlim Çin’de de olsa öğrenin”, “Bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum” sözlerini tekrarlamak ezbercilikten başka bir şey değil, asıl olan, o sözlerin anlamını yaşama geçirmektir. Bunların yanında bir de, “Çok bilen, çok yanılır” diye de bir sözümüz var. Bu söz, “bilgi” veya “bilmek” ile “yanılmanın” doğru orantılı olduğunu söylemiyor. Bu söz, kendisini çok biliyor sanan, gerçekçilikten uzak, ezberledikleri teorilerle ahkam kesen yarım aydınlardan sakının, demek istiyor.
Mevlana diyor ki;
“İnsan gözden ibarettir… Göz ise gerçek dostu görendir… İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır… Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabileceği kadardır.”
Türkiye’nin sağduyulu, inançlarını vicdanlarında koruyan, çocuklarının geleceğini düşünen, kendisine teslim edilen emanete ihanet etmeyen, kadir bilir insanları; din istismarcılarına da, emperyalistlere de geçit vermeyin. Yarım aydınların peşinden gitmeyin. Her türlü çözüm sizde, başka yerde çözüm aramayın.
12.Eylül.2007