Acı ama gerçek;
Kendimizi başkalarından öğreniyoruz.
Başkalarından çok etkileniyor, davranışlarımızı ve kararlarımızı onların telkinlerine, yönlendirmelerine dayandırıyoruz.
Başkalarının iltifatlarını güçlü övünme nedeni sayıyoruz.
Nasıl oluyorsa, yabancı siyasetçilerden dostumuz(!) oluyor. Siyasi ilişkileri dostluk bazında düzenliyoruz. Uluslararası siyasette dostlukların değil, ulusal çıkarların egemen olduğunun farkında değiliz.
Ünlü bir yabancı siyasetçi ile sarılıp öpüşmek, onun sırtımızı sıvazlaması, başımızın göğe ermesi için yeterli oluyor.
AB yetkilileri, kendi çıkarları doğrultusunda, “Atatürk felsefesi tükenmiştir, terk etmelisiniz” dediler, bazı milletvekilleri bunu fırsat bilerek, “TBMM deki Atatürk fotoğraflarının kaldırılmasını” istediler. Bazı büyük elçiler ofislerindeki Atatürk resimlerini kaldırdılar. Onların bireysel genleri kimlik değiştirmeye müsait olabilir, ama toplumun buna anlamlı ve sert tepki göstermemesi ibret vericidir, acıdır.
ABD eski başkanı Bush ile işbirliği yaparak, T.C. Devleti’ni ılımlı İslam kalıbına sokmak isteyen siyasetçileri “laik” Türk insanının, demokratik yöntemlerle cezalandırmaması ibret vericidir, acıdır.
ABD’nin çiçeği burnunda yeni başkanı Barack Hüseyin Obama, Anıt Kabir’de, yüce insan Mustafa Kemal Atatürk’ün huzurunda, adam gibi, saygı duruşunda bulundu, Anıt Kabir Defteri’ne samimi duygularını yazdı. “Atatürk’ün manevi huzurunda bulunmaktan onur duyduğunu”, “Atatürk’ün büyüklüğünü”, “T.C.’nin laik, demokratik bir hukuk devleti olduğunu” vurguladı. Umarım ve dilerim ki, gerçek Atatürkçüler bu sözlerden cesaret alarak, Atatürk’ün çağdaş ilkelerini daha güçlü savunurlar. Demokrat görünüm altında, çıkar amaçlı, başkalarının borazancılığını yapan enteller de, biraz olsun, samimiyetlerini gözden geçirirler.
Yabancılardan hep olumsuz etkilenecek değiliz ya, bir defa da olumlu etkilenelim.
ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama’nın ziyaretini bazı kesimler gereğinden fazla abarttı, bazı kesimler de gereğinden fazla küçümsedi, bunlar uç ve tepkisel görüşler. Atılan adımlar, verilen mesajlar pozitifti. Hüküm vermek için bu sözlerin pratikteki sonuçlarını görmek gerekir.
Salt teorilerle siyaset yapılamaz, siyasetin omurgasını ülkelerin çıkarları oluşturur. Bu kapsamda, ABD’nin de ulusal çıkarlarını koruyacağını kabullenmemiz gerekir. Üstelik ABD sıradan bir ülke değil, dünyanın tek süper gücü, yaptıkları bir değil, birçok ülkeyi etkiliyor. ABD’nin çıkarlarını korurken, çağdaş değerlere, uluslararası hukuka ve diğer ülkelerin haklarına saygı duymasını beklemek en doğal hakkımızdır, fakat fazlasını beklemek saflık olur. Fazlasını ancak bilgili, öngörülü, gerçekçi, dürüst ve kararlı politikalar izleyerek sağlayabiliriz.
*
Kendi bilgilerimizle kendimize göz atalım.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Mustafa Kemal Atatürk kurdu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni laik, demokratik, hukuk temellerine Mustafa Kemal Atatürk oturttu.
Türkiye’ye medeni hukuku, çağdaş hukuku, çağdaş değerleri, laiklik ilkesini, Mustafa Kemal Atatürk getirdi.
T.C. Devleti’nin, olmazsa olmaz üç temel direği, demokrasi, laiklik ve çağdaş pozitif hukuktur.
Bu değerlerin korunmasını istemek, onların yaratıcısı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün en doğal hakkıdır.
Bu değerleri korumak, değişen dünya koşullarına göre geliştirmek, o değerlerin nimetlerinden yararlanan her Türk vatandaşının vazgeçilmez görevidir.
Bize hediye edilen bu değerlerin önemini daha iyi kavrayabilmek için, “Mustafa Kemal Atatürk bunları yapmasaydı ne olurdu”, sorusunun cevabını doğru vermek gerekir. Doğru cevap ise ancak doğru bilgi, dürüst yaklaşım ve gerçekçi bir analizle bulunabilir.
Eğer Atatürk’ün yaptıkları, yapılmamış olsaydı, bu coğrafyada SEVR’den daha kötü koşullar oluşurdu. Bırakın “Türk” adını taşıyan bir devletin varlığını, “Türk” kavramını bile yaşatmazlardı.
Değer yargıları ve dünya görüşleri arasında farklar olacaktır, ama “Keşke İngiliz egemenliği altında olsaydım da dinimi serbestçe yaşasaydım” diyen gençleri yetiştiren zihniyetin dünya görüşünü, bırakın çağdaşlığını, sağlıklı bir görüş olarak kabul etmek mümkün değildir.
Gönül isterdi ki, Laik, demokratik, pozitif hukuk temeline dayalı T.C. Devleti, Türk halkının bilinçli isteğiyle Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuş olsun. T.C. Devleti, Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsüyle halk için kurulmuştur. Halk kendisine sunulan hediyenin değerini kısa sürede kavrayıp haklarına sahip çıkabilseydi, yaşanan sorunların büyük bölümü kesinlikle yaşanmazdı.
Dünyada kendisini bağlayan zincirleri kırıp, özgürlüğüne ve insanca yaşam seviyesine kavuşan halk çok azdır. Kazananlar da büyük bedeller ödemişlerdir.
Halkımız, asırların yüklediği çilenin altında ezilmiş, hurafelerle beyni yıkanmış, gerçekleri görmesin diye gözüne perde, yüzüne peçe çekilmiş, doğru ile yanlışı ayırma bilincine ve hakkını elde edebilme gücüne sahip değildi. Buna rağmen, halkın büyük bölümü Mustafa Kemal Atatürk’e inanıp peşinden gitme sağduyusunu göstermiştir. O günkü koşullarda, bazı asker ve sivil aydınlar bile Atatürk’ü anlayıp sonuna kadar onunla yol arkadaşlığı yapabilmiş değiller. Mustafa Kemal Atatürk’e fedakarca destek veren asil ruhlu insanlarımızın haklarını inkar etmek mümkün değil, ama çıplak gerçek şu ki, T.C. Devleti Mustafa Kemal Atatürk’ün eseridir.
Her yeni şey, ya mevcut olan bir şeyi ya da mevcut düzeni değiştirir. Yeninin anlaşılması, kabullenilmesi, uyum sağlanması kolay olmaz. “Yeni” yaşama geçmek, “Eski” yaşamdan kopmamak için mücadele verir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği yenilikler de, halkın büyük çoğunluğunun yararına olmakla beraber, anlaşılması ve benimsenmesi kolay olmamıştır. Ayrıca, mevcut durumu sömüren, çıkarları zedelenen kesimler, acımasızca yeniliklerin karşısına dikildiler. Eğer halkın büyük bölümü Mustafa Kemal Atatürk’ün yapmak istediklerinin nedenini ve anlamını kavramış olsaydı, Türkiye bugün, dünyanın lider ülkelerinden biri olurdu. Mustafa Kemal Atatürk, hem çıkarcı karşıtlarla savaşmak, hem de halkı yaptıklarına inandırmak zorundaydı. Halkın inandırılması, aydınlatılması, karşıtların bertaraf edilmesinden daha zordu, çünkü karşıtlar şeytanca bir yaklaşımla, yapılmak istenenlerin dine, padişaha ve halifeye karşı olduğu propagandasını yapıyorlardı.
T.C. Devleti’nin kurulmasında, Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük destekçisi askerlerdir. Atatürk, T.C. Devleti’ni askerlere dayanarak kurdu, devrimlerini askerlere dayanarak gerçekleştirdi, fakat eserlerinin korunması görevini TÜRK GENÇLİĞİ’ne verdi. Atatürk’ün eserlerini, en büyük destekçisi olan Türk ordusuna emanet etmemesi, ona güvenmediğinden değil, demokrasiye ve hukuka olan bağlılığındandır. Olağanüstü dönemlerde, olağan dışı yol ve yöntemlerin izlenmesi kaçınılmaz olabilir, fakat mümkün olan kısa sürede, çağın anlayışına uygun koşullar ve kurallar yaşama geçirilmelidir. Çağın anlayışı; egemenliğin halkta olması, yönetimin hukuka dayalı demokratik bir rejim izlemesidir. Değerler ulusun malıdır, güç ulusun elindedir, ulus hakkının ve sorumluluğunun bilincinde olmalıdır.
Doğru teoriler her zaman yaşanan gerçeklerle bağdaşmayabilir. O durumda, akılcı bir yaklaşımla, kontrollü bir geçiş süreci izlemek gerekir. Büyük insan da bu yolu izleyerek, hem teorinin öngördüğü koşulların oluşması için çaba gösterdi, hem de bu süreç içinde eserlerini güvence altına almak istedi. Cumhuriyet halk için kurulmuş, devrimler halk için yapılmış, bu değerlerin sahibi halktır. Halk, değerlerine sahip çıkmak zorundadır. Halkın bitmeyen dinamik gücü, onun evlatlarıdır yani gençliktir. Bireyler bitecek, fakat halk ve gençlik hiç bitmeyecektir. T.C. Devleti’nin ve devrimlerin, Türk Gençliği’ne emanet edildiği aşamada, halk ve gençlik bilinçlenip organize olmamış, demokrasi anlayışı kökleşmemiş, demokrasinin kurum ve kuralları oluşmamıştı. Atatürk olması gerekeni yapıp, eserlerini Türk Gençliği’ne emanet etmiş, gençlik bu görevi üstlenecek konuma gelinceye kadar, geçici olarak, fiilen TSK’yı devreye sokmuştur.
Atatürk yaşadığı dönemde, demokrasiyi ve hukuku güçlendirmek için büyük çaba sarf etti. Kurtuluş Savaşı’nın değerli Komutanlarına “ya askerlikte kalın siyasetten çekilin ya da siyasette kalın askerlikten çekilin”, derken demokrasi ve hukuk özleminin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koymuştur. Bunun yanında, eserlerini korumasız bırakmayacak kadar da gerçekçi olduğunu göstermiştir. Aynı tutumunu TBMM’de başkomutanlığın uzatılması görüşmeleri yapılırken de sergilemiştir. Atatürk’e diktatör diyenler ya bilgisiz ya da art niyetlidirler. O, çok demokrat, hukuka çok bağlı bir liderdir.
Atatürk’ten sonra devleti yönetenler, Atatürk felsefesini içlerine sindirip, devleti ve devrimleri koruyarak, halkı ve gençliği çağın anlayışı doğrultusunda eğitmeleri, bilinçlendirmeleri, organize etmeleri, hukuk düzenini kökleştirmeleri, demokrasiyi geliştirmeleri, gerekirken bunu gerçekleştiremediler. İktidara gelenlerin bir bölümü bilgisiz ve ilkesiz, bir bölümü de devrimlerin karşıtı insanlardı.
Halkın, gençliğin, demokrasinin, hukuk düzeninin güçlendirilip devlete ve devrimlere sahip çıkması sağlanamayınca, TSK’nın bu görevi sürdürme süreci uzamıştır. Bu bir hatadır, fakat bu hata TSK’nin değil, siyasetçinindir. Bir ülkenin silahlı kuvvetleri elbette, ülkesini ve devletini her türlü tehdide karşı korumakla yükümlüdür, ancak bu görev, demokratik yöntemlerle, hukuk düzeni içinde yapılmalıdır.
Türkiye’nin şansızlığı veya beceriksizliği bu noktada başlıyor. Türkiye demokrasiye, toplumsal bir değişim süreci içinde ulaşmadı, olağan dışı koşullarda ve devrimlerle geldi. Türkiye’yi yöneten siyasetçilerin tümü devrimleri benimsemiş olarak iş başına gelselerdi, hiçbir sorun yaşanmazdı. Siyasetçilerin devrimler karşıtı, çarpık emellerine nasıl engel olunabilirdi? Hata, demokratik yolla iktidara gelenlerin, demokrasiyi ve hukuk düzenini güçlendirmeleri gerekirken tam aksine art niyetli eylemlerle devrimleri aşındırmalarındadır. Bedeli ülke ödemiştir, demokrasimiz ödemiştir, TSK ödemiştir.
Dünyada, TSK’nın benzeri bir ordu yoktur. Devlet kurmuş, devlet ehil ellerde iken, ona sadakatle itaat etmiş, müdahale etmek zorunda kaldıktan kısa bir süre sonra iktidarı sivillere teslim ederek, demokrasiye inancını ispatlamıştır. Bireysel hatalar her kurumda olabilir, hukuk düzeni içinde gereken yapılır, bundan da kimse gocunmaz. TSK, ulusun özüdür. TSK’nın kurum olarak yıpratılması, ulusa ve devlete zarar verir.
Yaşadığımız, bazen drama dönüşen, çalkantıların birinci derecede sorumlusu siyasetçidir. Siyasetçi yasama ve yürütme erkini elinde bulundurmaktadır. Teorik olarak, siyasetçiye, ders verecek, hesap soracak güç, egemenliğin sahibi olan halktır. Yukarıda da değindim, halkımız, gerek demokrasi anlayışı, gerekse ekonomik nedenlerle siyasetçiye hesap sorma gücüne sahip değil. Çok uzamış olan geçiş dönemi daha da uzayacağa benziyor. Süreci kısaltmak, sorunları asgariye indirmek için, bütün demokratik güçlerin kendilerine düşen sorumluluğu üstlenmeleri şart. Sivil toplum kuruluşları, aydınlar, üniversiteler, medya, demokratik görevlerini yapmalılar. Özellikle, anayasamızın belirlediği üçüncü güç bağımsız yargıya dikkat çekmek istiyorum.
Demokrasi, biraz da anlayış meselesi olmakla beraber, temelde bir hukuk düzenidir. Hukuku yasama gücü düzenler fakat onu yargı kullanır. Halkı, hala, yeterli bilince ulaşmadığı için eleştiriyoruz, buna ne kadar hakkımız var, düşünmemiz gerekir. Halk çok geniş kesimleri kapsıyor. Bireyler çağdaş bir eğitimden geçmiş değil. İçimize sindiremesek bile, halkın geç kalmış olmasını, bazı nedenlerden dolayı mazur görebiliriz. Yargı böyle değil. Yargı mensupları, üst düzey eğitimden geçmiş, demokrasi ve hukuk anlayışı ile donatılmış, kendine has disiplini, toplumda saygınlığı olan bir kurumun üyeleridir. Türk Yargı sisteminin, çağdaş hukuk sistemine sahip olunmak, mevcut hukuk düzeninin eksiklerinin gidermek, hukuku siyasetin sultasından kurtarmak gibi konularda yeterince ve sistemli bir çaba sarf ettiğini sanmıyorum. Ulusumuzun, devletimizin, devrimlerimizin korunmasında, geleceğimizin güvence altına alınmasında, yargının çok önemli bir güç olduğuna inanıyor ve yargının üzerine düşeni yapmasını bekliyorum.
Her şey insan için, her şey ulus için, devlet de ulus için, Atatürk de T.C. Devleti’ni halk için kurdu. Atatürk’ün onlarca üstün vasfını sayabiliriz. Üç vasfından söz edeceğim.
Atatürk, akıllıdır, akılcıdır
Akıl, insana verilmiş, değeri ölçülemez bir hazinedir. Akıl, herkeste eşit değildir. Aklı az olanların yanında, mevcut aklını tam kullanamayanlar da var. Atatürk’te akıl fazlası ile var.
Akılcılık, aklı bir rehber, bir kriter olarak kullanmaktır.
Akıllı ve akılcı insan, araştırır, öğrenir, tanır, analiz yapar, sentez yapar, karar verir, hedefini belirler, kendisini hedefe götürecek gücünü oluşturur, kendi gücünü de karşısındaki güçleri de doğru değerlendirir, planını uygular, uygulama sırasında değişen veya yeni ortaya çıkan durumları değerlendirir, planında düzeltmeler yapar, ara hedefleri aşarak, ana hedefine ulaşır. Akıllı, akılcı insanın hedefi çağdaşlıktır, insanın, insanlığın mutluluğudur. İnceleyin, bunların tümünün Atatürk’te olduğunu göreceksiniz.
Atatürk, meşruiyetçidir
Atatürk gücünü meşru değerlere, meşru anlayışlara dayandırmıştır. Gücün kaynağı bazen, zorbalık ve aldatmacadır. Atatürk bu yöntemlere hiç prim vermemiştir. Erzurum kongresine kadar geçen süreçte yaptıklarını, o günkü anlayışa uygun, padişahın verdiği yetkiye dayandırmıştır. Padişahlıkla ilişiğini kopardıktan sonra, halkın gücünden güç almıştır. Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve TBMM’nin bunun örnekleridir. Kendisi düşünmüş, kendisi planlamış, fakat meşru saydığı güce onaylatmadan o işi yapmamıştır. Çağdaştır, demokrattır.
Atatürk, vicdanlıdır
Güç sahibi olmuş fakat gücünü, egoizmini tatmin için veya maddi çıkar için hiç kullanmamıştır. Gücünü, ahlaki kurallar içinde kullanmıştır. Gücünü insan için, insanlık için kullanmıştır. Gelibolu’da bir kişinin ölümü göze alması, binlerce kişinin hayatını kurtaracaksa, askerlerine, “ben size ölmeyi emrediyorum” diyecek kadar katı görünen komutan, “eğer savaş meşru nedenlere dayanmıyorsa cinayettir” diyebilecek kadar yumuşak yürekli ve savaş karşıtıdır. “Yurtta barış, dünyada barış” onun temel ilkesidir.
Atatürk’ün akıllı, akılcı, meşruiyetçi, vicdanlı olduğuna inanıyorum, fakat bunları onu övmek veya putlaştırmak için söylemiyorum. Onun buna ihtiyacı yok. O, Türk toplumuna en büyük hizmetleri yapmış, örnek bir insandır. Biz de onun gibi olmaya çalışalım diye söylüyorum…
Arayışınız ve çabalarınız bitmesin…