ÜLKEM – İLKEM

Ulusal güvenlik

Ulusal güvenliğimize yönelik, çok büyük birden fazla tehdidin olduğunun bilinci içindeyim, ancak en büyük tehdidin, laiklik ilkesine ve Türk Kültürüne yönelik tehdit olduğuna inanıyorum. Bunun üstünü örtmeye çalışıyorlar, biz de görmüyoruz, göremiyoruz, aldanıyoruz, aldatılıyoruz, çünkü, karanlıktayız. Çözüm; aydınlanmaktır.

“Ulus” ve “Güvenlik” kavramları, kültür farklılığı ve siyasi çıkarlar nedeniyle, dünyada ve bizim toplumda farklı algılanabilmektedir.

Türk ulusu; T.C. Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı tüm insanların oluşturduğu topluluktur. Ulusların; coğrafya, kültür, tarih, refah ortamı, gelecek umudu, gibi ortak değerleri vardır.

Ulusal Güvenlik; ulusun ortak değerlerine yönelmiş veya yönelmesi muhtemel bütün tehditlere karşı alınması gereken önlemlerdir. Teorik olarak, Ulusal Güvenlik, Ulusal Güç ile sağlanır.

Ulusal gücü oluşturan; coğrafya, ekonomik kapasite, teknolojik kapasite, insan gücü, kültürel bağlar, askeri güç, gibi unsurları, ulusal hedefler doğrultusunda, organize etmek, güçlendirmek, doğru zaman ve doğru yerde, yeterince kullanmak siyasetin görevidir. Siyaset bir bilim değil, bir sanattır. Siyasetçi, ulusal gücü, ulus adına emaneten kullanır. Akıllı-bilinçli toplumlar, erdemli siyasetçileri iş başına getirir ve onları denetler. Denir ki; “Siyasetçi erdemli olursa kanunlara bile ihtiyaç olmayabilir, siyasetçi erdemli değilse kanun olsa da işe yaramaz.”

Siyaset, bilgi, akıl, öngörü ister, akılcı ve gerçekçi davranmayı gerektirir, daha da önemlisi siyasetçi dürüst olmalıdır. “Siyasetçi, gaflet ve dalalet içinde olabileceği gibi, kendi siyasi emellerini dış güçlerin siyasi çıkarları ile de birleştirebilir.” Bu açıdan bakılınca, ulusal güvenlik için en önemli tehdit, dürüst olmayan siyasetçidir. Bu genel kural, bizim için büyük önem taşır, çünkü halkımızın güvenme veya teslim olma duygusu, bilgisini ve aklını kullanma becerisinden daha yüksektir. Ulus, gücünün, hakkının ve sorumluluğunun bilincinde değilse, önce kendi seçtiği siyasetçinin sonra da dış güçlerin esiri olmaktan kurtulamaz.
*
T.C. Devleti’nin geçmişte karşı karşıya kaldığı, fiili ve muhtemel tehditleri hatırlayalım; Şeyh Sait İsyanı, Menemen olayı, Atatürk’e İzmir’de suikast teşebbüsü, İkinci Dünya Savaşı içinde Alman işgali tehdidi, İkinci Dünya Savaşı sonunda Sovyet Rusya’nın toprak ve Boğazların kontrolü talebi, Soğuk Savaş döneminin komünizm tehdidi, 1950-1960 döneminin, “Siz isterseniz şeriatı da geri getirirsiniz” politikası ve şeriatı getirme denemesi, 1970-1980 döneminin sağ-sol çatışması, 1983 sonrası PKK hareketi, Necmettin Erbakan olayı… Dikkat edilirse, içten gelen kalkışmaların ve tehditlerin çoğu din referanslıdır.

T.C. Devleti’nin bugün karşı karşıya olduğu tehditleri şöyle sıralayabilirim; Irak sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Patrikhane, Ruhban Okulu, Pontus sorunu, Ege sorunu, Avrupa Birliği (AB) sorunu, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ilişkiler sorunu, PKK sorunu, Eğitimde ve günlük yaşamda dine kayma sorunu, Diyanet İşleri Başkanlığını fetva makamı haline getirme sorunu, (Kıbrıs Müftüsünün siyaset ağırlıklı girişimleri, Kıbrıs Rum kesiminin dini liderleri ile siyasi konuları görüşmesi… Amaç, daha sonra bu denemenin Türkiye’ye aktarılması), Yabancı vakıfların toprak varlığı sorunu, Yabancılara toprak satma sorunu…

Doğrudan ulusal güvenlik ile ilgili sorunları sıraladım, aslında insani ve toplumsal sorunlarımız çok. Dikkat edilirse, günümüzde yaşanan iç odaklı sorunların çoğunluğu da, dün olduğu gibi, din referanslı. Buradan şu sonuç çıkıyor; T.C. Devleti, içte, çok büyük ölçüde, bir rejim sorunu ile karşı karşıya. Devletin, laik yapısını ve toplumun ulus karakterini değiştirip, din devleti ve ümmet yaratma mücadelesi veriliyor.
*
Geçmişte de dış güçler, siyasi çıkarları gerektirdiğinde, içteki dinci odakları çok kullandılar. Ancak, dünyaya tek süper güç egemen olduktan sonra, batının Türkiye’ye bakışında köklü bir değişiklik oldu. Bu, ABD’nin Türkiye’yi “stratejik müttefiklikten” atmasından daha farklı bir olay. ABD ve AB elbirliği ile, Türkiye’de “Ilımlı İslam” anlayışını yerleştirmeye çalışıyorlar. “Türkiye’de Türkler azınlıkta” tezini yayıyorlar. Atatürk’e, Türklüğe ve T.C. Devleti’nin fiziki koruyucu gücü, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) saldırıları artırdılar. Sebep şu; Atatürk’ün kurduğu devlet, diğer teorik kuralların yanında, Laiklik ve Türk Kültürü temeline dayanmaktadır. Atatürk’ün toplumdaki gücünü kırmadan, laiklik ilkesini ve Türk Kültürü felsefesini ortadan kaldırmadan T.C. Devleti’ni kontrol etmek mümkün değil. Bizi, kültürel değerlerimizden uzaklaştırıp, İslam dünyasının içine kaydırmak istiyorlar. Bunu başarırlarsa sonrası kolay. Bakın İslam dünyasına, Türkiye hariç, tümü aç, açık ve esir toplumlar. O bölgeye sürülmüş bir Türkiye’nin diğerlerinden bir farkı olur mu? Türklüğü ve laik anlayışı elinden alınırsa, Türkler, eskiden olduğu gibi, “kavmi necip” hayranı, “etrak-ı biidrak” olurlar.
*
İslam dünyası, 9. ve 10. yüzyıllarda, kendisi aydınlık olduğu gibi, Hıristiyan dünyasına da ışık tutmuştur. 11. yüzyıl, İbn Rüşt ve Gazzali’nin temsilciliğini yaptıkları, akılcı ve nakilci kesimlerin tartışmalarına sahne olmuştur. Acı gerçek, İslam dünyası nakilciliği benimsemiş ve içtihat kapısını kapatarak, kendisini karanlıklara gömmüştür. Değişen dünyayı gözardı ederek, bin yıldan beri değişmeyen kalıpların esiridir. Bu arada, Ortaçağın karanlık Hıristiyan dünyası aklı keşfederek aydınlanmaya başlamış, din ile dünya işlerini kendi alanlarında egemen kılıp, keşiflerle, icatlarla, bilimle, sosyal oluşumlarla, teknolojide ve sanayide erişilmesi çok güç çizgilere ulaşmıştır. Hıristiyan dünyası bugün, dün olduğu gibi, Hıristiyanlık propagandası yapmıyor, İslam ile savaşıyor. Esir aldığı İslam dünyasını daha da sindirmek için, İslam yaşam tarzını ve bazı uygulamaları ileri sürerek Müslümanları suçluyor ve küçümsüyor. Bize, siz de Müslümansınız, onlar gibi olmasanız bile, “Ilımlı İslam”ı kabullenin, diyorlar. Korkuları, İslam dünyasının uyanması, bunu da ancak Türklerin yapabileceğinin farkındalar. Geçmişte de, çocuklarını “Türkler geliyor” diye korkutmuşlardı. Gerçek İslam; aydınlıktır ve akıl egemendir; yaratanla yaratılan arasında bir ruhban sınıfı yoktur; şekilden ziyade, esas olarak öze hitap eder; inancın yeri siyaset arenası değil, insanların vicdanlarıdır. Samimi ve gerçek Müslümanlar, eğer İslam’a hizmet etmek istiyorsanız, onu dincilerin elinden kurtarıp aydınlığa çıkarmak için, gücünüzün yettiği, elinizden gelen her şeyi yapmalısınız.
*
Dış güçlerin, kendi siyasi amaçları doğrultusunda her türlü yola başvurmaları doğaldır, acı olan içteki bazı kesimlerin onlarla işbirliği yapmasıdır. İçimizdeki bazı odakların, Türkiye’yi laiklikten ve Türk Kültürü felsefesinden uzaklaştırıp ümmet yapma çabaları hem güney ile hem de batı ile işbirliğidir. Bu kesimler, eskiden açıkça söyleyemediklerini son yıllarda söylemeye başladılar, demek ki, yeterince güçlendiklerine ve planlarının son aşamasının uygulama zamanının geldiğine inanıyorlar.

Ulusal güvenliğimize yönelik, çok büyük birden fazla tehdidin olduğunun bilinci içindeyim, ancak en büyük tehdidin, laiklik ilkesine ve Türk Kültürüne yönelik tehdit olduğuna inanıyorum. Bunun üstünü örtmeye çalışıyorlar, biz de görmüyoruz, göremiyoruz, aldanıyoruz, aldatılıyoruz, çünkü, karanlıktayız. Çözüm; aydınlanmaktır. Aydınlandığımız zaman, teorik kuralları ve Türkiye’nin gerçeklerini göz ardı etmeden, içte birliği sağlayıp, dışa karşı tek yumruk olacağımıza inanıyorum.
*
Atatürk, Türk tarihinde kimsenin yapamadığını yaptı, tükenmiş bir devletten, bağımsız bir devlet, tükenmiş bir ümmetten, kendisi ile gurur duyan bir ulus çıkardı. Hiçbir şeye ipotek koymadı, sadece yol gösterdi. “T.C. Devleti’ni sonsuza kadar müdafaa ve muhafaza edin, ulusu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarın, bunu yapabilmek için laik düşünceyi ve Türk Kültürünü göz ardı etmeyin” dedi. Bir kısım entelektüellerimizin bundan niye gocunduklarını anlayamıyorum. Yanlış Atatürkçülerin söylem ve davranışlarının faturasını Atatürk’e çıkarmak yerine onların yanlışlarını açıklamak daha doğru olmaz mı? Aydınlanmak için, dibine ışık vermeyen bir mum gibi değil, etrafına güçlü ışıklarlar saçan aydınlara büyük ihtiyacımız var.
*
Afrikalı diyor ki, ‘’Hristiyanlar Afrika’ya geldiği zaman bizim toprağımız, onların da İncilleri vardı. Bize gözlerinizi kapayın ve dua edin dediler. Yaptık. Gözlerimizi açtığımızda onların bizim topraklarımızı, bizim de onların İncillerini aldığımızı fark ettik.”
*
T.C. Devleti’nin, yapısından, konumundan, gücünden rahatsız olan iç ve dış odaklar, onu yıkmak için, şimdiye kadar, ellerinden gelen, her şeyi yaptılar, bundan sonra da yapacakları kesin.

Laik, demokratik, evrensel hukukun ve Türk Kültürünün egemen olduğu T.C. Devleti’nin sahipleri! Uyanın, aydınlanın, çağdaş uygarlığın bir parçası olun, paramparça olmaktan kurtulun, “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi yaşam tarzınız olsun, değerlerinize sahip çıkın…

O zaman, ne kadar güçlü, ne kadar saygın olduğunuzu ve bugün peşinden koştuklarınızın sizin peşinizden koştuğunu göreceksiniz.

Zaman acımasızca akıp gidiyor, geç kalmaktan çok korkun.

(19 Ocak 2007)