Padişah analarından Osmanlı hukuk sistemine, eğitimden toprak düzenine dek birçok unsurun ele alındığı yazı dizisinin bu bölümünde Osmanlı’dan kesitler bulacaksınız.
Yaşamımızın köşe taşları: Osmanlı yazı dizimizin ilk kısmında tarih, tarihçi ve tarihi anlamak kavramlarını ele almıştık. Bu defa Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş döneminden başlayarak önemli kesitleri ve var oluş süreci boyunca kadının yerini ele alacağız.
Osmanlı’nın Oğuz Türklerinin, Kayı Boyuna mensup bir Aşiret olduğunu söylüyor. Selçuklu Sultanı, Söğüt Bölgesini tahsis emiş, “Uç Beyi” olarak “Sınır Muhafızlığı” görevini vermiş. Aşiret, 1250-1280 yılları arasında, Ertuğrul Beyin yönetiminde, Bizans’tan ele geçirilen topraklarla genişlemiş, güçlenmiş. Osman Bey bu topraklarda doğmuş ve Ertuğrul Gazi’nin 1281 yılında vefatıyla Beyliğinin başına geçmiş.
Moğol Akınlarına ve büyük göç çalkantılarına karşı koyamayan Anadolu Selçuklusunun etkinliğini kaybetmesiyle, Anadolu’da aralarında Osmanlı’nın da bulunduğu birçok “Beylik” bağımsızlığını ilan etmiş. 1299-1300 yılları, Osmanlı Devletinin kuruluş tarihi olduğu kabul edilir.
O tarihlerde, Türkmenler arasında “Ahilik” yaygın bir anlayış, Ahi Evran ve Bilecik bölgesinin saygın kişisi, Osman Beyin kayınpederi Şeyh Edebali Ahiliğin önderleridir.
Ahilik, bir taraftan, “kardeşlik”, yardım severlik, paylaşmak gibi değer yargılarını halk arasında pekiştirmeye çalışırken, bir yandan da esnaf ve sanatkar sistemi kurmuş, çırak, kalfa, usta statülerini, iş ahlakını etkin hale getirme çalışıyor, Osman Bey tarafından da desteklendiği yazılı.
Konya’da Mevlana Celalettin Rumi, Nevşehir’de, Hacı Bektaş Veli, Anadolu kırsalında Yunus Emre’yi sembol olarak görüyoruz. Orta Asya Türk-İslam toplumunun kanaat önderi Ahmet Yesevi’nin yorumları Türkmenler arasına çok yaygın. Ahmet Yesevi, “Türklük benim kaderim, Müslümanlık benim tercihimdir” diyor.
Osmanlı, Türk-Türkmen kültürü ve akılcı İslam anlayışıyla tarih sahnesine çıktı. Osmanlı’nın, Sevr Anlaşması’nı imzalayarak siyasi varlığına son verdiği dönemdeki Kültürel yapısıyla, yola çıktığı dönemdeki kültürel yapısı arasında, büyük farklılıklar var.
Bu farklılığın doğru analizini yapıp değişimin veya bozulmanın nedenlerini ortaya koyabilmiş değiliz. Bilinçli yapılanların yanında zorlayan sebepler de olabilir. Bilemediklerimiz de çok, bilip çarpıttıklarımız da çok. Doğruları bilebilseydik değişimlerin hangi nedenlerle, hangi anlayışla yaşandığını görür, aklımız eriyorsa, gücümüz yetiyorsa doğru önlemleri alırdık. Yazık ki, hem cehalet, hem de kasıtlı düzenlenmiş yanlış ve yalanlarla dolu bir aldatmaca ortamında yaşıyoruz!
Aydınlarımızı, uzmanlarımızı, bilenlerimizi, bilimsel ve dürüst analizlerle gerçekleri ortaya koymaya, halkı aydınlatmaya ve eğitmeye davet ediyorum! Doğruları, gerçekleri bilimsel yöntemlerle öğrenmeden kültürümüzü ve siyasi varlığımızı güvenceye alamayız.
Doğal değişim toplumların değişmeyen kaderidir, karşı konulamaz, aklın istediği Evrimsel değişime paralel olarak, toplumsal değişimi gerçekleştirmektir.
Osmanlı’dan önemli kesitler
- Şeyh Edebali’nin, “Bey” sıfatını kazandığı zaman, Osman Beye verdiği, “Ey Oğul” diye başlayan öğütlerini çoğumuz biliriz. Osmanlı sultanların o öğütlere ne kadar, ne zamana kadar uyduklarını veya uymadıklarını, uymadılarsa neden uymadıklarını analiz etmiş değiliz. O öğütler sıradan bir insana değil, yönetme, hükmetme yetkisi ile donatılmış bir kişiye verilen siyasi ve ahlaki öğütlerdir. Bilge insanın sözleridir, toplumsal kültürün ürünüdür, birliği korumak, dayanışmayı güçlendirmek için verilmiştir. Bu öğütlerden uzaklaşmak toplumsal kültürden uzaklaşmanın emaresidir.
- Osman Bey, oğlu Orhan’ı Bizans kökenli prensesle evlendirmek istediğinde, Eşinin Osman Beye, “Etme Bey, Soyumuz Bozulur” diye bir uyarıda bulunduğu yazılı. Orhan Beyin üç eşinden birisi Bizans Tekfuru’nun kızı, diğer ikisi, Bizans İmparatorlarının kızlarıdır. Osman Beyle eşi, her bakımdan, en yakın iki insan, fakat farklı düşünüyorlar, hangisi doğru? Osman Beyin Eşi, Şeyh Edebali’nin kızı. O günkü Türk Kadını köle değil, Türk örf ve adetlerine göre, kocasına görüşünü söyleyebiliyor, sonra gelen padişah eşlerinde bu nitelik var mıydı, sonra gelen padişahlarda Eş-Zevce kavramı var mıydı? Osmanlıda aile anlayışının değişimi kiminle başladı, hangi kültüre, hangi inanca dayanıyordu? Perde arkasından çevrilen her türlü hile, düzenbazlık yöntemi kiminle başladı. Bütün bunlar normal bir değişim kabul edilebilir mi, yoksa açıkça aile yapısının bozulması mıdır?
- Osmanlı’da, “Padişah Anaları” hem siyasi, hem de kültürel bağlamda çok dikkatle incelenmeli, üzerinde çok düşünülmeli. “Osmanlıcılar” bu konuyu, Osmanlı ne kadar hoşgörülüydü, hiç ayrım yapmadı” gibi, kendilerinin bile inanmadıkları bir yaklaşımla savunuyorlar. “Hile-i Şeri-e” onların anlayışının temeli, Halkı aldatmanın en kolay, en güçlü yöntemi.
Nesebi belli olmak ya da olmamak…
Günümüzde, en yüksek konuma gelmiş insanlar, suçladığı konuyu bir kenara itip hasmını-rakibini halk içinde küçük düşürmek için, “Nesebi belli değil” diye suçluyor. Demek ki, toplumsal anlayışa göre “nesebi belli olmamak” büyük eksiklik, büyük ayıp. Bir tarafta bu anlayışları, bir tarafta “Padişah analarına” bakışları, ikiyüzlülüğü çok rahat içlerine sindirebiliyorlar.
Konunun Türk aile yapısına uygunluğu, devletin siyasetine etkisi dürüstçe irdelenmesi gerekirken ona kılıf uydurmaya çalışmak bir nitelik meselesidir. Bireyler farklı etnik veya inanç kökenli biriyle evlenebilirler. Birbirlerini tanırlar, koşullarını ortaya koyarlar, ortak noktalarda buluşurlar, nerede duracaklarını, görev ve sorumluklarını belirlerler, çocuklarının eğitimi, geleceği gibi birçok konuda uzlaşırlar. Bu tür birleşmenin doğruları da, yanlışları da sadece yapanları etkiler, özgür iradeleriyle verilmiş bir karardır, sevabı da, günahı da onları bağlar.
Siyasette, devlet ve toplum çıkarlarının önde geldiği bir ortamda, Hanedan bazında, bu uygulamanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Eğer bir “Soy” yönetme yetkisini elde etmişse, hangi siyasi ve etik kurallarla, yola çıktıysa, onlara sadık kalmak zorundadır. Yönetimle, Halk arasındaki “Sadakat” “Bağlılık” anlayışı tek taraflı olmaz, iki tarafı da bağlar. Hanedan mensuplarının, Yönetim Yetkisinden feragat etmeleri koşuluyla, bireysel tercih hakları olmalı.
Padişah anaları
Yaygın bir şekilde, “Cennet anaların ayaklarının altındadır” diyerek “analığı” yüceltiyoruz, aynen katılıyorum. Analar, doğal olarak, kendilerinin bir parçası olan evlatlarını kendi değerleriyle donatacaktır. Anaları bu hakkından mahrum ederseniz, analık sıfatını kaldırıp onu bir kuluçka makinesi yapmış olursunuz. Evlatların analarının isteklerini yerine getirmelerini engellerseniz, kendi iddianıza göre onlara cennetin kapılarını kapatmış olursunuz.
Düşünün, devşirme bir cariye Valide Sultan, oğlu da Padişah olmuş. Bunların ana oğul ilişkisi ile devletin koşullarını akılla ve gerçekçilikle bağdaştırın, irdeleyin, karar sizin. Bildiğim kadarıyla, otuz altı padişahtan en az otuzunun anası farklı etnik, din ve kültür grubundan. Bunlar teker teker doğru olsalar bile farklılar, her biri ayrı bir kültürün, inancın ürünüdür, aynı anlayış ortamında buluşturmazsınız. Buluşturmazsanız da devlette süreklilik olmaz, devlet yönetimi yamalı bohça olur, birinin yaptığını ondan sonra gelen bozar.
Hiçbir padişahın “Ben Türküm” dediğini okumadım. Dürüst bir davranış diye nitelerim. Arap için “Kavm-i Necip”, Türk için, “Etrak-ı bi-İdrak” anlayışını benimseyen kendisini “Türküm” diye tanımlar mı? “Osmanlıcılar” ikiyüzlü, Osmanlıyı savunurmuş görünüp kendi çıkarlarını savunuyorlar.
Osmanlı sultanları kendilerini Allah’ın yerdeki gölgesi, hatadan masun, yetkisi hudutsuz hükümdar, yönettiği insanları kul, tebaa, reaya, egemen olduğu toprakları padişahın mülkü kabul ettikleri için, Osmanlı’da, devlet, millet, vatan, vatandaş gibi kavramlar oluşmamıştır.
Toprak
Osmanlı’daki toprak düzeninin ne amaçla kurulduğunu, nasıl kullanıldığını, kimlerin yararlandırıldığını, hangi koşullar yaratılıp toprakların müsadere edildiğini, düzenin niçin, idame ettirilemediğini, toprak düzeninin bozulmasının Osmanlı’nın çöküşü üzerindeki etkilerini çok iyi irdelemek lazım.
Eğitim
Osmanlı’daki eğitim düzeninin yapısını, kimin zamanında ne tür eğitim ağırlıklı idi, hangi padişahlar pozitif eğitime önem verdi, ondan sonra gelenler niye onu devam ettirmedi pozitif eğitimi kaldırdı?
Özellikle halkın eğitimi için devlet düzeyinde bir anlayış, bir organizasyon var mıydı, yoksa halkın eğitimi tamamen dini ve etnik temelli olmak üzere, mezheplerin, tarikatların, cemaatlerin, ağaların, şeyhlerin, kontrolünde miydi?
Hukuk
Osmanlı’daki hukuk sistemini doğru anlamak lazım, Örfi Hukuk, Şeri Hukuk, Hile-i Şeri-e yöntemleri ne zaman, kimler için, hangi koşullarda kullanılırdı? Kadıların, Kazaskerlerin, Şeyhülislamların gücü ne idi? Sipahilerin, Ayanların halk üzerindeki gücü ne idi? Bunları hukuki teknik açısından değil, hangisinin ne zaman, ne amaçla öyle kullanıldığını, hukukun siyasete, büyüklerin kişisel çıkarlarına ne kadar alet edildiğini bilmek önemli.
Halk neden, “…… belleyen kadı, kimi, kime şikayet edeceksin”, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” deme aşamasına gelmiş? “Aşar” denen vergi düzeninin, kimlere ne imtiyazlar sağladığını, kimlerin anasını ağlattığını bilmek gerçekleri görmeye yardımcı olur.