ÜLKEM – İLKEM

Zor günler

Siyaset ortamı her gün biraz daha fazla ısınıyor, öngörülerim ve duygularım zor günler yaşayacağımızı söylüyor. Zorluklar yaşamın bir parçasıdır, korkmuyorum, önemli olan o zorluğu aşabilme güç ve kararlılığına sahip olmak. Bugün için, o güç ve kararlılığın var olup olmadığından endişeliyim. Çoğunluk, önümüzdeki sıcak günlerin doğurabileceği sıkıntılardan endişelenirken, azınlık bir grup, kendileri için yeni bir güneşin doğacağı beklentisi içinde. Atmosferik olaylar tahmin edilebilir, fakat oluşması engellenemez, ancak alınacak önlemlerle doğabilecek hasar asgariye indirilebilir. Toplumsal olaylar, öngörülebilir ve etkilenebilir. Toplumsal olayları doğru değerlendirip, negatif etkilerini ortadan kaldırmak için, gerekli önlemleri almayanların ortak akıldan ve sağduyudan yoksun, sadece çıkarlarını düşünen insanlar olduklarını düşünürüm. Mayıs ayının ortalarında, atmosferik olarak, Türkiye’de, güneş yine doğacak, dilerim ki, toplumsal olarak, 19 Mayıs 1919’da doğan güneşe gölge düşürmesin. Dilemek yeterli değil, çağın gerisine düşmemek için, toplumsal sağduyu ve ortak akıl etkinliğini göstermelidir. Kendi düşen ağlamaz diyemeyiz, çünkü, ağlayacak olan biziz.

Bugün Türkiye’de ölmek istemeyen bir mazi ile hayata doğmak için çırpınan bir istikbal mücadele halindedir. Milletin selameti bu mücadeleye seyirci kalmakta değil, çarpışan kuvvetleri barıştırmaktadır.’’ (1)

Prof. Ali Fuat Başgil’in 1950’li yıllarda ifade ettiği, bu düşüncenin bugün de geçerli olduğunu düşünüyorum. Mücadele, “Ölmek istemeyen bir mazi’’ ve ‘’Hayata doğmak için çırpınan bir istikbal’’ arasındadır. Yuvasında hayata gözlerini açmaya çalışan, yavrusunu korumaya çalışan anne kuş ile yavruyu yemeye çalışan vahşi kuş arasındaki mücadele gibi. Düşünürün, “Milletin selameti bu mücadeleye seyirci kalmakta değil” ifadesine katılıyorum fakat, “çarpışan kuvvetlerin barıştırılması” önerisini dikkatle incelemek gerekir.

“Barıştırmak”, farklılıkları çok büyük olmayan, iki ayrı iddianın uzlaştırılmasıdır ve rıza ile olur. Birinin varlığı, ötekinin ortadan kaldırılmasına bağlı olan iki iddia uzlaştırılamaz. “Mazi’’, kökü derinlerde olan bir güç, “istikbal” ise açmaya çalışan bir tomurcuktur. Doğal olan, kökün tomurcuğu beslemesidir. Kendinden doğan bir tomurcuğun açmasına izin vermeyen kök, tıpkı çocuğunu kabullenmeyip cami duvarına terk eden anne gibi hastadır. Böyle bir durumda, kök ile tomurcuğu, anne ile çocuğu barıştırmaya çalıştırmak, saflığı ve doğallığı, hastalığa, mazlumu, zalime teslim etmek olur. Barıştırmak için, önce kökün ve annenin hastalıklarından arındırılması gerekir.

“Mazi” geçmiştir, tümü ile bitmiştir demeye dilim varmıyor, ama çoğunlukla ömrünü tamamlamıştır. Yaşam mücadelesinin koşulları değişmiştir, yeni koşullara uymayan yöntem ve tekniklerle yola devam etmek mücadeleyi baştan kaybetmek demektir. Geçmişten gelen her şey yanlış, geleceğe dönük her yeni doğru olmayabilir. Geçmişin, eskimişlerinin yanında, geçerliliğini koruyan değerleri olduğu gibi, geleceğe dönük düşüncelerin doğrularının yanında gerçekçi olmayanları da bulunabilir. Prof. Ali Fuat Başgil’in sözünü ettiği, “mazi” geçmişin tümü değil, geçmişten günümüze gelen din anlayışı, “istikbal” ise geleceğe dönük tüm önlemler değil, devrimler, özellikle, laiklik anlayışıdır. Barıştırmak istediği kuvvetler de bu iki anlayıştır. “Milletin selametinin” ön şartı toplumsal barıştır. Toplumsal barışın sağlanması için, sağduyunun ve ortak aklın egemen kılınması gereklidir. Burada, gözden kaçırılmak istenen, işin bir püf noktası; mücadelenin din ile laiklik arasındaymış gibi gösterilmeye çalışılmasıdır. Din ile laiklik arasında en ufak bir çatışmanın olabileceğini düşünmüyorum. Çatışma dinler arasında olur ve olmuştur. O nedenle son zamanlarda dinler arası diyalog çabaları başlatıldı. Laiklik bir din değil, bir anlayıştır ve İslam’ın özüne uygundur. O nedenle, bizdeki çatışmanın bir tarafı İslam dini değil, bir kesimin egemen kılmaya çalıştığı İslam anlayışıdır. Aslında bir tek İslam dini olmasına karşın insanların yarattığı onlarca İslam anlayışı var. O anlayışlardaki hurafeler ayıklanıp, gerçek İslam yaşama geçirildiği zaman laiklik sözcüğünü kullanmaya ihtiyaç kalmayacaktır. Çatışmanın özünde, din görünümüne bürünmüş çıkar çabaları ile inancın özgür olma çabaları var. Hıristiyanlık dünyası, bu kavgayı iki asırdan fazla bir süre yaşadı. İslam dünyasında bu kavga henüz başlamadı, sadece Atatürk Türkiye’si, tek başına, 80 yıldır laiklik mücadelesini sürdürüyor. Ne yazık ki, bu mücadelesinde Türkiye, hem İslam dünyası hem de Batı tarafından sürekli sabote edildi.

Yasal ve demokratik bir işlem olan bu Cumhurbaşkanlığı seçimi, bireysel veya grupsal yarışın boyutlarını çok aşmaktadır. Bu seçimle “Ölmek istemeyen mazinin”, bütün acımasızlığı ile, “Hayata doğmak için çırpınan istikbali” yok etme aşamasına ulaşabilmesinden korkulmaktadır. Cumhurbaşkanının inançlı kişi olması hiç sorun değil. Bildiğim kadarı ile, bugünkü Sayın Cumhurbaşkanımız da inançlı bir kişi, ama inancını siyasi ve çıkar amaçlı bir gösteriye alet ettiğini hiç görmedim. Cumhurbaşkanı, hem tüm toplumu kucaklayan hem de tüm toplum tarafından kucaklanan bir kişi olmalıdır. Yasal yetki ve görevlerinin yanında, Cumhurbaşkanı Devletin sembolü, siyasi rejimin sigortasıdır. Toplumun çok büyük bir bölümünün temsil edilmediği oylarla yapılacak seçim kamu vicdanında onarılmaz yaralar açar. Bu seçim, siyasi rejimin karakterini değiştirecek, karşı devrim niteliğinde, bir sonuç yaratırsa toplum buna katlanamaz. Korkum, pervasızca yapılacak bir meydan okuma ile, ülkede bir kaos yaratılmasıdır. Kaos, bilinmezliktir, kontrolsüzlüktür, sonucu tahmin edilemez, iç ve dış her türlü kötü niyetli müdahaleye açık bir ortamdır. Görünen, ölçülebilen bir tehlike bedel ödenerek ortadan kaldırılabilir, kaos ortamında bunların hiçbiri yapılamaz. Kaostan Türkiye’nin hiçbir kesimi kazançlı çıkamaz ve kaybeden tüm Türkiye olur. Böyle bir sonuçta, en büyük vebal, “Ölmek istemeyen mazinin” temsilcilerinindir. Sadece kendileri değil, yedi göbek gelecekleri bu yükün altından ezilir.

Yasama, yürütme, yargı, muhalefet, devlet kurumları, bürokratlar, bilim adamları, sivil toplum örgütleri, tüm sade vatandaşlar, sağduyunuzu ve geleceğe ait öngörülerinizi harekete geçirin, kişisel ve ideolojik hırslarınızdan arının, kendinizin ve ülkenin geleceğini düşünerek, ülkede kaos yaratılmasını önlemek için, elinizden ne geliyorsa, gücünüz neye yetiyorsa, özveri ve kararlılık yapın.

6 Nisan 2007

(1) Başgil, Ali Fuat, Prof. Din ve Laiklik, İstanbul, 1991, 6. Baskı, Baş sayfa.