Biz, sorunlarını çözmek için başkalarından medet ummayan, teslimiyetçi olmayan, kendine güvenen, çalışan, aklını kullanan, bireysel insan haklarının tüm vatandaşlarının hakkı olduğuna inanan, bireysel özgürlüğü ve ulusal bağımsızlığı için her türlü fedakarlığı göze alan insanlarız.
Yeni yılın ilk ayını bitirmek üzereyiz, aylar yıllar değişiyor, sorunlar değişmiyor, sebep ne, hata nerede, doğru teşhis koyabilen var mı, bilemiyorum. Sorunlarımı analiz ederken önce kendimi masaya yatırırım. Sorunu anladım mı, geleceğini öngördüm mü, olmaması için önlemlerimi aldım mı, çözmek için gerekli ve yeterli çabayı gösterdim mi? Sorun, ister doğal olarak ortaya çıksın, isterse birileri tarafından bilinçli olarak hazırlanmış olsun, karşı tarafı suçlamanın bir yararı yok, amaç önce sorunu çözmek veya etkisini azaltmak, sonra da mümkünse yaratanlardan hesap sormak olmalıdır. Gücün yetip yetmemesi ayrı bir konu, önemli olan kişinin elinden geleni yapmış olmasıdır, yapmadıysa sızlanmaya hakkı olamaz.
Zaman zaman özeleştiri kapsamında, ulusça, yeterince akıllı, bilgili, duyarlı, sorumlu olmadığımızı ifade etmişimdir. Amacım, yaşadıklarımızı hak etmediğimizi, daha iyilerine layık olduğumuzu vurgulamak, daha akıllı, daha bilgili, daha duyarlı, daha sorumlu olmak için teşvik ve tahrik etmektir. Uyanmamız, gerçekleri görmemiz lazım. Çok defa, sanki problemleri çözmek yerine problem yaratıyor gibiyiz. Dışarıya karşı “sıfır problem” politikası izlendiği söyleniyor, sürtüşmediğimiz ülke yok. En son İsrail, devletimizin temsilcisini “Alçak” sandalyeye oturttu, sonra özür diledi diye zafer kazanmış gibi havalara uçtuk. İçte, “ucu açık açılım” projesi uygulanmaya başlandı, ne olup ne olmadığını anlayan yok. Herkes bir ucundan çekiştiriyor, ortalık toz duman. Bir ülkenin siyasetini ve ekonomisini başarı ile yürütmek, elbette çok zor ama biz problemleri çözmek yerine, devlet kurulurken belirlenmiş olan kimliğimizi tartışıyor, varlığımızı sürdürmeyi tehlikeye sokuyoruz. Ülkesini seven etkin ve samimi insanlarımızın konuyu tarihi, siyasi, sosyal, etnik boyutları ile ele alıp, bu devletin kuruluş felsefesine ihanet etmeden, ortak akılla, sağduyuya dayalı, gerçekçi bir sonuçta buluşmaları şart. Konuyu bilinçli olarak saptırıp, Türk insanının özgüvenini zedelemek, Türk Ulusunu parçalamak isteyenlerin tuzağına düşmemeliyiz. Kimlik; tüm özellikleri, tüm değerleri kapsamalı, birleştirici olmalı, varlığın sürdürülmesini güvenceye almalıdır. Geçmişten gelen değerlerimizi yok saymak, olmayan suni değerler yaratmaya kalkmak akıl ve gerçekçilikle bağdaşmaz. Kimlik, bir devlet için, bir ulus için temel ihtiyaçtır. Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan bireyler ve toplumlar varlıklarını sürdüremezler. Türkiye’nin temel ihtiyaçlarını karşılayamaması da isteklerini hırsa dönüştürmesi de felakete davetiye çıkarmaktır. Yeteneksizler de, hırslarının esiri olup canavarlaşanlar da amaçlarına ulaşmak için ahlak, inanç, yasa dışı her çareye başvurabilirler. Sıffin muharebesindeki, “hakem olayının” fikir babası ve Muaviye’nin hakemi Amr İbnülas Mısır valisiyken oğlu sormuş; “Baba, Ali ile Muaviye arasında yaptığın hakemliğin doğruluğuna inanıyor musun?” Cevap; “Her şey bir kazanç için yapılır. Taraflardan birinin vereceği veresiye idi, öbür dünyada alacaktım, diğerinin vereceği peşindi, bu dünyada alacaktım, ben peşini tercih ettim.” Prof. Yaşar Nuri Öztürk, bu “hakem olayını” Müslümanları “Allah’la aldatmanın” ilk örneği olarak tanımlıyor. Herhalde ders alınmadığı için çeşitli yöntemlerle hala aldatılıyoruz.
Yabancıların amacı, Türkiye’nin güçlenmesini önlemek ve onu, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktır. Uyguladıkları yöntem, Türkleri bazen korkutmak, bazen de aldatmak.
Türkiye’deki bazı kesimlerin amacı, siyasi rejimi değiştirmek ve bölgesel imtiyazlar sağlamaktır. Uyguladıkları yöntem, Türkleri bazen korkutmak, bazen de aldatmak.
Geniş halk kitleleri oynanan oyunların farkında değil, duygusal ve inançsal yanları okşanarak aldatılıyor. “Yeni Osmanlıcılık” projesi ile Osmanlı’nın görkemli dönemleri geri gelecekmiş gibi bir hava yaratılmak isteniyor. Getirilmek istenen, Osmanlı döneminde egemen olan “Ulema anlayışı” ve “Eyalet sistemidir.” Birisi siyasi rejimi değiştirmek için, öteki ülkeyi bölmek için birer basamaktır. Laik olmayan bir siyasi rejimin demokratik rejim olması zaten mümkün değil. Türk ulusunun, demokrasi ve insan hakları maskesi altında, farklı kimlikler yaratılarak Türkiye’nin parçalanması ve siyasi rejiminin değiştirilmesi tuzağına düşmeyeceğine inanıyorum.
Biz kimiz, sorusuna benim cevabım şöyle:
Biz, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Gelibolu’da askerlerine söylediği, “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum, biz ölünceye kadar başkaları gelip görevi devralır” anlayışıyla vatanı ve ulusal değerleri için, canını feda etmiş bir kültürün insanlarıyız.
Biz, Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Zaruri olmadıkça savaş vahşettir” diyerek, insan hayatını her şeyin üstünde tutan bir kültürün insanlarıyız.
Biz, bir sürünün parçası değil, özgür insanların oluşturduğu bir ulusuz.
Biz, aslını inkar etmeyen, Anadolu mayasının ürünü bir ulusuz.
Biz, inancını gönlünün en mutena yerinde koruyan, başkalarının inancına saygılı olan insanlarız.
Biz, devletin vazgeçilmezliğini kabul eden, ancak devletin Ulusa hizmet için var olduğuna inanan insanlarız.
Biz, “egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olduğunu”, inanç ve etnik laikliği benimsemiş, Türk Ulusunun insanlarıyız.
Biz, Ülkesinin adı Türkiye, Devletinin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, vatandaşlarının siyasi kimliği Türk olan bir ulusuz. Bu şemsiye altında, herkesin kendisini ne hissediyorsa, neye inanıyorsa, öyle olduğu anlayışını benimsemiş insanlarız.
Biz, sorunlarını çözmek için başkalarından medet ummayan, teslimiyetçi olmayan, kendine güvenen, çalışan, aklını kullanan, bireysel insan haklarının tüm vatandaşlarının hakkı olduğuna inanan, bireysel özgürlüğü ve ulusal bağımsızlığı için her türlü fedakarlığı göze alan insanlarız.
Biz, Atatürk’ün bize kazandırdığı, “Laik, demokratik, bir hukuk devleti olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sonsuza kadar yaşatmayı” en önemli görev kabul etmiş insanlarız.
Biz, çağdaş uygarlığın olmazsa olmaz bir parçası olan bir ulusuz. İnsan gibi yaşama hakkımızdan ödün vermeyiz, başkalarının insan gibi yaşama hakkına göz dikmeyiz. İnsanlığa hizmeti görev kabul ederiz. Dün vardık, bugün varız, yarın da var olacağız.
Anlayışım bu, arayışlarım bu doğrultuda. Eksiklerimi tamamlamaya açığım, katkıda bulunacaklara teşekkürler, sevgiler.
18 Ocak 2010