TARİHİ YORUMLAMAK

Akıp giden zaman

Aralık ayının ortalarındayız. Başlayan gün, bağlayan ay, başlayan yıla bitmiş gözü ile bakıyorum. Daha genç yaşlarımda, bazı günlerin, bazı ayların hiç gelmeyeceğini sanırdım. Acaba şu olacak mı? Acaba ben şu konuma gelebilecek miyim? Arzu ettiğim şeylere kavuşmak için zamanın hızla geçmesini isterdim, şimdi ise zamanın geçmesini hiç istemiyorum. Ama ne mümkün. Benim isteğimi kim dinler. Zaman gözlerimin içine baka baka, su gibi akıp gidiyor.

Doğadaki hiçbir şeyin kaybolmadığı, ancak şekil değiştirdiği söylenir. Aslında bu bir söylenti değil, ilmi bir hipotez. Düşünüyorum –zaman- da böyle bir şey mi? Hiç kaybolmaz mı, tükenmez mi? Sadece şekil mi değiştirir? Zaman, maddeden farklı bir şey. Zaman elle tutulamayan, gözle görülemeyen, sadece algılanabilen bir kavram. Ne takvim, ne saat bizi aldatmasın, bunlar zamanın itibari ölçüleridir. Bazen bir ömür deriz ve ömrü bir zaman ölçüsü olarak kullanırız. Ömür, çok farklı düşünülen bir zaman ölçüsü. Kimi, ömrü, yaşadığı yılların sayısı ile; kimi, ömrü geçirdiği güzel günlerle; kimisi de, ömrü, çektiği çilelerle özdeşleştirir.

Bunlar, yaşamımızın, değiştiremeyeceğimiz kuralları. İnsanların değiştiremeyeceği konularla boğuşup da, zaten zor olan yaşamı daha da zorlaştırması anlamsız olur. Sanırım, dikkatten kaçırılmaması gereken husus zamanı doğru kullanmaktır. Aynı akar suda iki defa elimizi yıkayamayacağımız gibi, aynı zamanda iki defa nefes almamız de mümkün değildir. Yerine, bırakın aynısını, benzerini bile koyamayacağımız tek şey –zaman-dır.

Kişisel yaşamımızda, aile yaşamımızda, toplumsal yaşamımızda niçin yaptığımızı pek düşünmeden didişiriz. Bu didişmede, tarafların kazanmak istediği veya kaybetmek istemediği bir şeyler, elbette, vardır. O amaç uğruna, amacın değerinden çok daha fazla değerleri harcadığımız da olur. Böyle didişmelerde çok defa amaç bile unutulur ve benlik ön plana çıkar. -O nasıl kazanır?-, -ben nasıl kaybederim?- , -kaybedersem elin içine nasıl çıkarım- ön yargıları, düşünce ve davranışlarımıza hakim olur. Bu arada, farkında olmadan kaybettiğimiz bir gizli değer vardır; zaman.

Ön yargılar, bir anlamda, yeterince eğitimli olmamanın göstergesidir. İlkelliktir. Tabiatta her şey ya siyah ya da beyaz değildir. Ara renkler de vardır. Siyah veya beyazdan birisi için bir ömrü harcamak yerine, grinin bir tonu ile uzlaşmak belki de en doğru karardır.

Türk Ulusunun, T.C.Devleti’nin izlediği Kıbrıs Politikasını ve seçimler sonunda ortaya çıkan sonucu çok iyi irdelemesi ve çok iyi anlaması gerekir. 1897 Osmanlı-Yunan Harbini bilmeyen, Girit Adası’nın nasıl kaybedildiğini bilmeyen veya nazari olarak bilip de, onlardan, Kıbrıs için, dersler çıkaramayan, geçmiş otuz yılın siyasi sorumlularını ve üst düzey bürokratlarını, kendi vicdanlarına havale ediyorum. Kesin çözümü, nasıl olup da, Türkiye’nin en zor dönemine rastlattıklarını anlamak mümkün değil. Öngörüden yoksun olan bu insanları, bu başarılarından dolayı kutluyorum (!) Kıbrıs konusunun hassasiyetini bilmeyen yok. Kıbrıs için harcanan değerlerin bu hassasiyetten kaynaklandığını bilmeyen, takdir etmeyen, fedakarlık göstermeyen de yok. Acı olan otuz sene sonra, otuz sene öncekinden daha kötü bir siyasi duruma düşürülmüş olmamız. Otuz sene, bir ömrün yarısı…

Çocuktum, büyüdüm, baba oldum, torun sahibi oldum. Bir yerden bir yerlere geldim. İnanın bunları bu kadar kısa bir zamana nasıl sığdırdığımı, daha doğrusu, zamanın bu kadar çabuk nasıl akıp gittiğini çözemiyorum. Aralık ayının ortalarındayız. Aralık ayı da, 2003 yılı da bitiyor. Bir çoğumuz bitenin farkında olmadan, yılbaşında ne yapacağım diye düşünüyordur. Bazıları birçok seçenek arasından en cazibini seçememenin mutsuzluğunu, bazıları da seçeneksizliğin mutsuzluğunu yaşıyor. Bu gerçeklerin yanında değişmeyen bir gerçek var, -Zaman su gibi akıp gidiyor.

Ben, birçok arayışımın içinde, bir de zamanı doğru kullanma arayışı içinde oldum. Ne kadar başarılı olduğumu bilemiyorum. Size önerim, zamanı doğru kullanın. Zaman sizin en kıymetli servetinizdir.