Bu yıl Türkiye’de iki toplumsal deprem oldu: 14 ve 21 Mart… Asıl mı öncü mü oldukları henüz belli değil… Devlet, hukuk, demokrasi, laiklik, inanç, insan hakları gibi kavramlar konusunda her kafadan bir ses çıkıyor… Konuşanların çoğu akademik kariyer sahibi. Körlerin fili tarif edişleri bile, daha tutarlı… Bu insanlar kişilik değerlerini istedikleri gibi sergileyebilirler ama ilim ve bilime güveni sarsmaya hakları olmamalı. Türkiye, aydın sorununu çözemezse, aydınlanamaz.
Daha önceki bir yazımda, Şubat 2008’de cereyan eden olayların, Türkiye için bir kırılmanın göstergesi olduğunu söylemiştim. Bu, bir öngörü değil, kılavuz istemeden görünen köy gibi, bir tespitti…
Türkiye, doğal fay hatlarının üzerinde olduğu için kırılmalar her zaman beklenir, fakat benim kastım toplumsal kırılma idi. Doğal depremleri önlemek insanın gücü dışındadır, ancak tahribatını azaltmak için önlem alabilir, eğer aklı varsa…
Toplumsal depremlerin kaynağı, büyük ölçüde, insandır önleyebilir veya etkilerini en aza indirebilir, eğer aklını kullanırsa…
“Eğer aklı varsa”, “Eğer aklını kullanırsa”, insan neler yapamaz ki? Gelin görün ki, günümüzde, insanlarımızın çok büyük bir bölümü akla değil, “nakillere” sığınmışlardır..
*
Akıl, insanın en büyük gücü ve en değerli hazinesidir… Bütün doğrular aklın eseri, bütün yanlışlar ve kötülükler de akılsızlığın sonucudur…
İnsan, öncelikle, fizyolojik ihtiyaçlarının, sonra da aklının etkisi altındadır, yani insanı yöneten içgüdüleri ve aklıdır. Bu iki olgudan baskın olan ötekinin etkisini azaltır, onu geri plana iter. Akıl, insan beyninin bir ürünüdür, soyuttur, fakat aklın ürünü olan düşünce ve davranışlar algılanabilir ve gözlenebilir.
Aklı üreten beyin, bir organ olarak, bütün insanlarda mevcut olmakla beraber, doğuştan, bütün beyinlerin kapasitesi eşit değildir. Ayrıca doğuştan itibaren, beyinler bilgilerle donatılır, eğitilir, bir anlamda yıkanır ve bir hedefe programlanır, böylece beyinler arasındaki kapasite farklılıkları çoğalmış olur. Doğal olarak, farklı beyinlerin üretecekleri akıllar da nitelik ve nicelik bakımında farklı olacaktır. O nedenle, bir insanda aklın olup olmadığı sorgulanırken, mevcut aklın türü ve programlandığı hedef de sorgulanmalıdır.
Beynin yaratıcılık vasfını göz ardı etmiyorum, ender de olsa bazı beyinler kendilerine vurulmak istenen zincirleri kırabilir ve özgürleşir. Fakat, genellikle, beyinler programlandıkları doğrulara göre akıl üretirler veya o doğrulara itaat ederler. Geleneklere, nakillere ve ideolojik doğrulara programlanmış beyinlerin zincirlerini kırabilmesi, imkansız denecek kadar zordur. Bu zorluğu aşamamak sadece o insanların günahı değildir, başlangıçta onları korumayan, şimdi de kurtulmaları için yardım etmeyen insanlar da suçludur…
Doğru, göreceli bir kavramdır, elbette tartışılır. Çağdaş değerleri kucaklayan felsefelerin, siyasetlerin, ideolojilerin farklı doğruları da tartışılabilir, ancak geleceği geçmişte arayan, insanların özgür düşüncelerine pranga vuran felsefe, ideoloji ve inançların öne sürdükleri doğrular tartışılmayacak kadar yanlıştır… Bu tür doğrulara programlanmış beyinler insanlık için bir tehlikedir, birer canlı bombadır.
Akıl, hem doğruları yaratan ve hem de yarattığı doğrular peşinde koşan bir olgu gibi gözükürse de, doğruları yaratan akıllarla, yaratılmış doğruların peşinde koşan akıllar aynı değildir. Doğruları yaratanlar küçük, bilgili ve uyanık bir kesimdir. Bu kesimde, toplumun mutluluğu için çalışan erdemli insanlar olduğu gibi, sadece kendi çıkarını düşünen, insanları sömüren, etik değerlerden yoksun insanlar da vardır. Toplumun büyük kesimi kurgulandığı doğrular peşinde koşar ve başardığı zaman iki dünyada da mükafatlandırılacağını zanneder. Bir bakıma, akılsız insan yok, akılları farklı çıkarlar peşinde koşan insanlar var demek yanlış olmaz.
Toplumları çağdaş değerlere, refaha ve güvenliğe ulaştırmak için çaba harcayanlar erdemli insanlar, gerçek aydınlardır. Maddi, manevi, düşünsel, inançsal, bireysel, ulusal çıkarları için, insanları aldatan sömürücüler aşağılık insanlardır. Bu tasnifi yapmak veya bilmek yeterli değil, kurtuluş, gerçeklerin, doğruların iyi bilinmesi, yönlendirici insanların iyi tanınması ile mümkündür. Bunun, tek kelime, ifadesi aydınlanmaktır… Batı, bir avuç aydın insanın toplumu aydınlatması ile Ortaçağın vahşetinden kurtuldu. Büyük bedeller ödediler, şimdi onun maddi manevi meyvelerini yiyorlar…
*
Tekrar, bize dönersek:
Doğal ve toplumsal fay hatları üzerindeyiz… Aklımız var ise ve aklımızı kullanabilirsek doğal depremlerin yıkıcı etkisini azaltabilir, toplumsal depremleri önleyebiliriz.
14 Mart ve 21 Mart 2008’de Türkiye’de iki toplumsal deprem oldu… Bunların asıl deprem mi, yoksa öncüler mi olduğu henüz belli değil… Şüpheler, güvensizlikler, aldatmacalar, gizli hedefler, dış güçlerle işbirlikleri, ülkeyi bir kaos ortamına sürüklüyor. Eni boyu belli tehlikelerden korkmam, fakat kaostan korkarım.
Türkiye paramparça, ekonomik ve teknolojik problemler, gericilik ve bölücülük hareketleri, dış müdahaleler ve yönetim perişanlığı had safhada… Aklımız olsa ve aklımızı kullanabilmiş olsaydık bu durumlara düşer miydik? Aklımızın olmadığını söylemek istemiyorum ama farklı kurgulanmış birçok akıl içinden ortak aklı bulamayışımızın akılsız olmaktan ne farkı var?
Devlet, hukuk, demokrasi, laiklik, inanç, insan hakları gibi kavramlar konusunda her kafadan bir ses çıkıyor… Bu değerlerin katı tariflerini yapmak mümkün olmayabilir, ama, aynı konuda birinin ak dediğine öteki kara diyor. Bu kadar farklılık kaosun göstergesidir ve “bu terazi bu sıkleti çekmez.” Aralarına girmeye çalıştığımız toplumlar bu kavramları tartışmıyorlar, çünkü, yaşamlarının bir parçası haline getirmişler… Bizim aydın geçinenlerimizin bu değerlerle ilgili, o kadar farklı anlatımları, farklı yargıları, farklı yorumları var ki, halkın kafasının karışmamamsı mümkün değil. Körlerin fili tarif edişleri bile, bunlardan daha tutarlı… İşin acı yanı, bu insanların büyük bir bölümü akademik kariyer sahibi. Bu insanlar kişilik değerlerini istedikleri gibi sergileyebilirler ama ilim ve bilimin değerini düşürmeye, ona olan güveni sarsmaya hakları olmamalı. Bu kadar farklı, bu kadar tutarsız söylemler bilgisizlikten kaynaklanıyor olamaz, ortada etik sorunlar var… Aydın geçinenler, hele de, akademik kariyer sahibi olanlar, çıkarlarının, hırslarının, intikam duygularının dürtüsü ile gerçeklere ve etik değerlere aykırı bir tutum içine girebiliyorlarsa, karnı aç, üşüyen, hasta bir vatandaşın, bir koli yiyecek, bir çuval kömür ve bir yeşil kart uğruna reyini satmasını ayıplamanın gerçekçi bir yanı olamaz.
Çok büyük bilgi eksikliği, bilgi kirliliği içindeyiz ve çok büyük etik değerler yozlaşması yaşıyoruz… Türkiye, aydın sorununu çözemezse, aydınlanamaz, aydınlanamaz ise, orta çağın karanlığından kurtulamaz ve kimliğini Ortadoğu çöllerinde arayan bir mecnun gibi başı boş dolaşır.
Gerçek aydınlar, bilim adamları, siyasetçiler beyinleri örümceklerden arınmış, akılları çağdaş değerlere kurgulanmış, halkı aydınlatma özverisine soyunmuş değerli kişilerdir… Kendileri halkın yoluna beyaz ışık tutarken, çıkarcıların halkın yoluna tuttuğu yeşil, kırmızı ve siyah ideolojik ışıkların etkisini de dikkate almak zorundadırlar. Erdemli aydınlar, bilim adamları, siyasetçiler, uyduruk aydınları ve uydu siyasetçileri, çıkarcıları alt etmeden halka ulaşamazlar.
Aydınlamamış bir toplumun yönetim sisteminin ismi de fazla bir önem taşımaz, çünkü önemli olan uygulamadır. Toplum aydınlanmamış, haklarının farkında ve sorumluluğunun bilincinde değilse, devletinin en önemli belgesinde ve en saygın kurumunun panosunda, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Ulusundur” diye yazılmış olması da bir gösterişten öteye geçmez.
Eğer toplum aydınlanmamış ise, iç ve dış odaklar işbirliği içinde, ona kimlik de biçerler, din de empoze ederler. Yabancılar tarafından sömürülmek çok acıdır. Yerli ve yabancıların işbirliği ile sömürülmek acıdan da öte yüz karasıdır, ama toplum aydınlanmamış ise her türlü sömürü kaçınılmaz olur…
Akıl insanın en büyük gücü, en büyük zenginliğidir. Aydınlanmanın kaynağı akıldır, yeter ki beyinler çağdaş verilerle donatılsın, çağdaş değerlere göre programlasın….
Erdemli aydınlar, erdemli bilim adamları, erdemli siyasetçiler, erdemli vatandaşlar en büyük onur halkı aydınlatmaktır ve zor görev sizi bekliyor… Şundan emin olun ki, bu halk aldatılacak kadar saf olmakla beraber, görürse, aydınlığın peşinde koşacak kadar da sağ duyu sahibidir, yeter ki, doğrular gösterilsin…
Nisan 2008…