Arayış çabalarım hiç bitmedi. Biter mi? Sanmıyorum. Aslında arayışın bitmemesi gerekir. Arayış biterse, bir anlamda, hayat da biter. Hayatın bitmesi, mutlaka fizyolojik anlamda olmayabilir. En azından düşünce hayatı biter. Düşünce hayatı biten bir insanın yaşamı neye benzer, o ayrı bir konu.
Kafam karışık, bazı konuları değerlendirmekte zorluk çekiyorum. Bir insan bindiği dalı keser mi? Elbette kesmemesi gerekir. Ama kesebilir de. Niçin keser? Hiçbir amaç gütmeden, bilgisizlik, dikkatsizlik, tehlikeyi görememe gibi sebeplerle kesebilir. Açık veya saklı bir amaçla kesebilir. Amaçsız yapılana aptallık diyebiliriz ama bir amaç için yapılana ne diyeceğimi bilemiyorum. Hiç akla gelmeyen, anlaşılması zor, şeytanca sebepleri olabilir. Kimsenin yapamadığını yapıyormuş gibi görünüp değişik bir şöhret peşinde koşmak veya şantaj yapmak, korku ve dehşet saçmak gibi.
Bir manyak çatıya çıkıp, “ya şunu yapın ya da kendimi atacağım” dediğinde, aman etme tutma, kendine kıyma, diye yalvarıyoruz. Adam, “vay be, meğer ben ne imişim, demek ki kıymetimin anlaşılması için böyle bir şey yapmam gerekiyormuş” diye, belki de içinden kıs kıs gülüyordur. Olayı izleyenler, duyanlar kendi sorunlarını, unuturlar ve bu olay toplumun gündemine oturur.
Birileri bizimle oynuyor. Birileri bizim aklımızı karıştırıyor. Psikolojik dengemiz, siyasi dengemiz, ekonomik dengemiz alt üst oluyor. Onlarca günde, onlarca ayda, onlarca yılda, zor kazandığımız değerleri bir anda yitiriyoruz. Her yanlışın bir de doğru tarafı, her çirkinin bir de güzel tarafı olabilir. Şeytan gibi insanlar gözümüzü bunlarla boyuyorlar. Biz de buz dağının altını göz ardı edip üstündekilerle uğraşıyoruz. Uğraştıklarımız gözümüzün gördükleri, göz ardı ettiklerimiz ise aklımızın göremedikleridir. Aklımız niye göremiyor? Acaba, aklımız mı yok, yoksa aklımızı kullanmayı mı bilmiyoruz.? Sebebin hangisi olduğu sonucu değiştirmiyor. Sonuç, biz aklımızı kullanamıyoruz. Yaşadıklarımız, layık olduklarımız değildir, ancak biz aklımızı eğitip, olayları akılla değerlendirinceye, olabilecekleri akıl gözü ile görebilinceye kadar bu tür muamelelere mahkum olacağımızı biliyorum.
Batı, İslam Dünyası ile, kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor. Yeşil Kuşak Batının projesidir. Aktörü-piyonu bazı Müslüman ülkelerdi. Müslüman teröristlerin çoğu Batı eğitimlidir. Önce, eğitip kullanan, sonra sen teröristsin diye suçlayan-cezalandıran gene Batıdır. “Ilımlı İslam’’ kavramını ortaya atıp, İslam’ı, ılımlı, radikal vb. kategorilere bölen gene Batı, aktörler-piyonları ise gene Müslümanlardır. Bunları yazarak, Batıyı suçlayarak bir yere varamayız. İtilip, kakılmak istemiyorsak, kullanılmak istemiyorsak, gerçekleri görmeliyiz, ne olduğumuzu veya ne olmadığımızı anlamalıyız. Şunu açıkça görmedikçe bu durumdan kurtulamayız. Onlar zengin, biz fakir. Bunu tek sebebi de AKIL. Onlar akıllı, biz değiliz. Onlar maddi refahı, teknolojik üstünlüğü yaşıyor, biz hurafeler peşinde koşuyoruz. Biz, İbni Sina, İbni Haldun, İbni Rüşt lerle, bunlar bizden, diye kuru kuruya övünüyoruz. Onlar bu insanların uyarılarını, görüşlerini, değerlerini kullanıyorlar.
Batının, sadece siyasi ve ekonomik çıkarları için yaptığı, fakat hiç etik olmayan, bu hareketleri, üzülerek söylüyorum, içimizden de destekleyenler var. İyi organize olmuş bir kesim şeriat arzularının bir ön ortamı olması bakımından ılımlı İslam’a sarılmış durumdadır. Bir kesim ise, entelektüel ve hoş görülü görünmek sevdası ile ılımlı İslam yaklaşımına sıcak bakıyor. Kapı bir kere aralanırsa hangi güç onun sonuna kadar açılmasını önleyebilir. İran’da, Şah döneminin son zamanları ile, Şah’tan sonra yaşananlar tarih değil, çoğumuzun bildiği olaylardır.
İmam Hatipliler apayrı bir istismar konusu. Olay ayıp boyutunu da aştı. İnsanlar acımasızca kullanılıyor. Bu sorunun çözümü için, İmam Hatipli gençlerin, bağırması lazım; “Yeter artık, bizim geleceğimizle oynamayın. Biz bütün safiyetiyle, bütün güzelliği ile İmam Hatip olmak istiyoruz. Biz kimsenin arka bahçesi olmak istemiyoruz. Biz kimsenin siyasi hırsının aracı olmak istemiyoruz. Biz inanan insanlarımıza din hizmeti vermek istiyoruz. Dini vicdanlardan uzaklaştırıp, siyasetin bir aracı yapanlara yazıklar olsun” diye.
YÖK’ün çok aksayan yanları var. Çözülmesi gerekir. Ama görüyoruz ki, sarf edilen çabalar sorunu çözmek için değil. Sorunu bahane edip YÖK’ü ele geçirmek içindir.
Yukarıdaki örnekler bindiğimiz dalı kesmek değil mi? Şunu tekrar edeyim yukarıdaki örneklerin de, istenirse haklı yanları bulunabilir. Bu haklı yanları öne sürerek halkın gözünü boyamak, halkın duygularını istismar etmek çok kolaydır. Denebilir ki, toplum da aldanmasın. Bunu ben de söylüyorum. O günlerin geleceğine olan inancımı hiç yitirmedim. Korkum geç kalmasın. Endişem, zor kazandıklarımızı kolay kaybetmemizdir. Demek ki bedeli ödenmeden bir yere varılamıyor, varılsa da kıymeti anlaşılmıyor.
Yazımı entelektüel bir örnekle bitireceğim: Bir köşe yazarımızın, “19 Mayıs ışığında: Neden Kemalist değilim?” başlıklı yazısına değinmek istiyorum. Kemalist olmak veya olmamak herkesin hakkıdır. Konu bu değil. Ancak yazıdan anlaşıldığı kadarı ile yazar Atatürk’ün büyüklüğünü kabul ediyor. 20.yy.dan 21.yy.a geçerken hala ayakta durabilen ve çağına mesajlar verebilen iki büyük insandan birinin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu söylüyor. Atatürk’ün, siyasi bağımsızlık, cumhuriyet, laiklik umdelerinin, henüz daha iyileri keşfedilmemiş atar damarlar olduğunu söylüyor. “Ancak ben, sahip olunan meşrebe göre ifade edildiği şekilde Atatürkçü veya Kemalist değilim!’’ diyor. Yazının içeriğinde haklı noktalar var. Fakat yazının başlığı ve çarpıcı yanı, “Ben Kemalist değilim’’ cümlesidir. Bir kısım insanlarımız, Kemalist olmamakla kendilerinin çağı yakaladıklarını, Atatürk’ü aştıklarını öne sürüyorlar. Bundan kendilerine bir paye çıkarıyorlar. Diyelim ki, öyleler. Ne mutlu onlara. Ne mutlu ulusumuza ki böyle insanlara sahip. Atatürkçü veya Kemalist olmak onlar için bir şey ifade etmeyebilir ama lütfen bir düşünsünler, ulusun çoğunluğu nerede? Atatürkçülük kimin için, hala anlamını ve önemini koruyor? İnsanlar ne kadar kendileri için varlar, ne kadar toplumları için bir şeyler yapmak durumundalar? Bu değerli yazar, yazısında diyor ki; “Atatürk’ün kendisi Atatürkçü veya Kemalist değildi. …Atatürk değil, İsmet İnönü Atatürkçüdür! …Atatürk başkasının arkasına sığınamayacak kadar büyük ve özgüveni olan bir liderdi.’’ Bu ifadelerin büyük bölümüne ben de katılırım. Türkiye’de Atatürk’le uzaktan yakından ilgisi olmayan Atatürkçüler var. İsmet İnönü’yü tenzih ederim, diğerleri ile aynı kefeye asla koymam, ama görünen bir şey var ki, herkes Atatürk’ü kendi kapasitesi kadar algılamış ve kendi amacı doğrultusunda yorumlamıştır. Bu durumda çözüm; -Ben Atatürkçü-Kemalist değilim- diyerek işin içinden sıyrılmak mıdır? Yoksa; -Ben Atatürkçüyüm, benim Atatürkçülük anlayışım budur- diyerek, Atatürk’ün doğru anlaşılmasına yardımcı olmak mıdır? Sayın yazar nüanslarla, kendini savunacak aralıkları bırakmış; “… sahip olunan meşrebe göre ifade edildiği şekilde Atatürkçü veya Kemalist değilim!’’ diyor. O meşreplerden birçoğunun Atatürk’ü övmek için değil, yermek için çaba gösterdiğini bilmeyen mi var?
Değerli yazarlarımız, sizler ülkenin konuşan ağızlarısınız. Değerli düşünürlerimiz, sizler ülkenin beyinlerisiniz. Sizler birer değersiniz, sizler ülke için, ulus için birer fırsatsınız. İster şahsi çabalarınızla, isterse ulusun imkanları ile bir yerlere gelmiş olun. Kendinize, ailenize olduğu kadar, ulusa da bazı sorumluluklarınız vardır. Yok derseniz tartışmam, o sizin anlayışınızdır, derim. Eğer Atatürkçü Düşüncenin, Atatürk devrim ve ilkelerinin, halen bu ülke için gerekli olduğuna inanıyorsanız onun doğru anlaşılmasına yardımcı olun. Sizin seviyenize ulaşma şansını yakalayamamış, ülkemizin güzel insanlarından bu hizmeti esirgemeyin. Atatürkçülüğü ben böyle anlıyorum, deyin. Atatürkçülüğün şu yanı görevini yapmıştır, üzerinde durmaya gerek yok, deyin. Daha başka neyi gerekli görüyorsanız onları söyleyin. Hepsi saygı ile karşılanacak düşüncelerdir. Ve gerçekten, sayın yazarın da ifade ettiği gibi, Atatürk’ün kimsenin merhametine sığınma gibi bir endişesi yoktur. Atatürk’ün sadece doğru anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Gelin buna yardımcı olalım. Bunu Atatürk için değil, kendimiz, çocuklarımız, tüm insanlarımız için yapalım. Atatürk’ün karşısında olanlara bir sözüm yok. Tek ricam dürüst olsunlar. Atatürkçü maskesi altında karşıtlık yapmasınlar. Çağrım Atatürk’ün yanında olduğunu düşünenlere. Atatürk yandaşları, Atatürk karşıtları kadar organize olmadıkları sürece bu savaşı kazanamazlar. Atatürk yandaşları Atatürk’ü doğru anlayıp, doğru anlatamadıkları sürece bu savaşı kazanamazlar. Atatürk yandaşları bu savaşı sevgi içinde yapmadıkları sürece bu savaşı kazanamazlar. Yandaş veya karşıt, tümü bu ülkenin insanlarıdır. İki tarafa da çağrım; Savaş yöntemi, kırıcı, suçlayıcı, dışlayıcı, aşağılayıcı olmamalı. Savaş yöntemi, doğruları, sabırla, inatla, inançla, sevgi ile anlatmak olmalıdır. Bu dünyevi savaşa uhrevi değerler alet edilmemelidir.
Güzel günler hepimiz için olsun… Arayışa devam…
Sevgilerle…