Erdemli insanlar ölümcül günahları hiç işlemezler, çünkü onların yapısında bilgi ve etik değerler egemendir. Bırakın erdemli insanları, azıcık ahlak ve izan sahibi olanlar da bu günahları işlemezler. Bu yaklaşımla, ülkemizde bu günahlar işlenmiyor diyebilir miyiz?
Ulus, gerçek bir varlıktır, insandan oluştuğu için de en değerli varlıktır. Devlet, ulusun mutluluğunu, refahını ve güvenliğini sağlamak için bir soyut kurallar ve somut kurumlar sistemidir, insan hedefli olduğu için de yaşamsal derecede önemlidir. Ahlak, soyut bir kavram, akla gelen her türlü insani değeri kapsayan bir anlayıştır. İnsan en değerli varlık da olsa, devlet yaşamsal derecede önemli bir sistem de olsa içerikleri ahlakla dolu değilse, varlıklarını onurlu ve güvenli bir şekilde sürdüremezler. Ahlak, ulusun da devletin de olmazsa olmazıdır. “Adalet mülkün temelidir” kabulü, aynı anlayışın farklı bir ifadesidir, çünkü adaletin de temelinde ahlak vardır.
Bir filozof diyor ki: “Devleti yönetenler, erdemli iseler, yasalar olmasa da olur, erdemsiz iseler, yasalar olsa da faydası olmaz.”
Başımızdaki en büyük bela, içimizdeki erdemsiz insanlar, en büyük eksiğimiz de onlardan kurtulma-korunma yeteneğine sahip olamayışımız. Aklı kullanmadan, emek vermeden, herhangi bir değeri kazanmak mümkün mü?
Çocuktum, ortaokulun ilk yılı olabilir, evdeyiz, babam daktiloda görevi ile ilgili bir rapor yazıyor. Ben de kitap, defter, gazete arasında daldan dala atlıyorum. Oynuyor muyum, ders mi çalışıyorum belli değil. Babama, benim düşüncemmiş gibi bir söz söyledim, ilgi göstermedi. “Baba, bu söz benim değil, İsmet Paşa’nın sözü” diye yineledim, tavrı değişti, “Çok doğru, ne güzel söylemiş” dedi. Aynı sözü ben söyleyince önemsenmiyor, İsmet Paşa söyleyince yer yerinden oynuyor, sözün içeriğinden ziyade kaynağı, sahibi önemli. Mal alınırken de öyle, önce markasına ve ambalajına bakılıyor. Ortalıkta sağlığa zararlı o kadar çok ürün ve art niyetli fikirler dolaşıyor ki kafalar allak bullak. Marka bir ölçüde güven verir ama köklü bir çözüm, doğruları seçebilme yeteneğini kazanmaktır.
İnandığım bazı büyük ayıpları sayacağım;
* İlkesiz siyaset… * Emeksiz zenginlik… * Niteliksiz bilgi… * Ahlaksız ticaret… * İnsaniyetsiz bilim…
* Özverisiz ibadet…
Bunları, benim kişisel yargılarım zannederek önemsemeyebilirsiniz, hemen kaynağını söyleyeyim de o gözle değerlendirin. Bu Mahatma Gandi’nin “Yedi Ölümcül Günah Listesi”. Basit, küçük, hoş görülebilecek kusurlar değil, ölümcül günahlar. Erdemli insanlar bu günahları hiç işlemezler, çünkü onların yapısında bilgi ve etik değerler egemendir. Bırakın erdemli insanları, azıcık ahlak ve izan sahibi olanlar da bu günahları işlemezler. Bu yaklaşımla, ülkemizde bu günahlar işlenmiyor diyebilir miyiz? Önerim, bildiğiniz, gördüğünüz, duyduğunuz olayları ve çevrenizdeki insanları, Gandi’nin Ölümcül Günahları açısından değerlendirip kararınızı verin, ülkemizde bu günahlar ne kadar işleniyor veya işlenmiyor. Doğru kararı verirseniz, çekilen sıkıntıların, yaşanan acıların, toplumun kaderi olmadığını anlarsınız.
Siyasette, bürokraside, “ölümcül günahlar” yaşamın doğal bir parçası gibi. Aktif aktörler çok kazanırken, işbirlikçilerine parmaklarını yalatıyorlar. Parmakta kalanlar bile satılmışlara yetiyor. Bu ortamın doğrudan parçası olmayan büyük kesim ise olanları, trene bakar gibi seyrediyor. Ahlaki değerlerden yoksun olanları düzeltmek kolay değil, ama uyuyanları uyandırmak mümkün.
“Ne ekersen onu biçersin”. Doğru tohum ve doğru toprak seçilmeden, toprak işlenmeden, ekim ve hasat zamanında yapılmadan ürün beklemek, saflıktan da öte bir durumdur. Her şey insanla başlıyor, insanda bitiyor. Kendimizi sorgulamadan, bilinçlenmeden, elimizi taşın altına sokmadan, hiçbir şeyi hak etmiş sayılmayız.
Türkiye’nin çok sorunu var, çaba gösterip çözmemiz gerekir ama çözemiyoruz. Çünkü; önce sorunları çıkmadan önleyecek, sonra da çıkan sorunları çözecek, erdemli, yetenekli, etik değerleri kendine değişmez rehber edinmiş yöneticilerden ve onları çözüme zorlayacak adam gibi insanlardan yoksunuz.
Siyaset ülkeyi paramparça etti, tam bir kaos yaşıyoruz. Ne söyleyen ne söylediğini biliyor, ne de dinleyen ne yapılmak istendiğini anlayabiliyor. Sahip olduğumuz değerleri bir bütün olarak korumak yerine, onu parçalara bölerek, sayısal bir zenginlik yaratılmak isteniyor. Tarih bilgi ve bilincinden bu kadar uzak olunamayacağına göre, yapılmak istenenler bilinçli ve planlı. Yapılmak istenenlerin ne olduğu, nereye varacağı bilinmediğinden, insanlarımız haklı olarak endişe içindeler. Toplumdaki inanç ve etnik farklılıkları dikkate almamak, onların kültürel haklarını vermemek, insani bir yaklaşım olamaz, fakat bunun çözümü, toplumu paramparça etmek değildir.
Devlet ve ulus kavramlarını doğru anlayamadık, içeriğini dolduramadık, taşları yerli yerine oturtamadık.
Devlet, soyut kavramlar ile somut kurumlardan oluşan bir sistemdir. En değerli varlık insan, yaşayabilmek için coğrafyaya muhtaçtır. Devlet, insan ve coğrafya temelinin üstünde yükselir, amacı insanını ve coğrafyasını-vatanını korumak ve yüceltmektir. Devletin, her türlü çabasında önceliği insanına vermesi şart olmakla beraber, eğer tehlike coğrafyaya-vatana yönelik ise önceliği değiştirebilir, çünkü coğrafyasını-vatanını kaybeden insan, hem yaşayamaz hem de vatanı korumak bir onur meselesidir. Devletin, görevlerini yapabilmesi için bazı ayrıcalıklara, dokunulmazlıklara sahip olması gerekir, bunları göz ardı etmek de yanlıştır, devleti kutsal ilan edip toplumu tebaa yerine koymak da yanlıştır. Kutsal devlet ve tebaa devri kapandı, çok saygın ve çok önemli devlet ile “egemenliğin sahibi” vatandaş dönemini yaşıyoruz. Dün fermanlar yürürlükteydi, bugün yasalar yürürlükte. Dün yasalar tartışılamazdı bile, bugün anayasaya aykırı yasaları iptal eden bir Anayasa Mahkemesi var. Büyük mesafeler aldık fakat daha aşmamız gereken çok engeller var. Örneğin, yargı önünde devletin üstünlüğünün ve önceliğinin kaldırılıp vatandaş ile eşit konuma getirilmesi, kararın haklı olma temeline dayandırılması. Devletin saygınlığı, vatandaşına verdiği hizmetle, sağladığı adalet ve güvenle ölçülmeli. Vatanı için canını veren, vatandaşlık görevlerini tam yapan insana hakkını teslim etmemek, hiçbir nedenle hoş görülemez.
Ulus, devlet kurabilmiş toplumlara verilen isimdir. Ulus ve devlet, ancak beraberce var olurlar, ulus yoksa devlet olmaz, devlet yoksa ulus olmaz. Son zamanlarda, bazı bilgiçler (!) “ulus devlet anlayışı iflas etti” tezini savunuyorlar. Bazıları da coğrafyayı-vatanı dışlıyor, “toprağın ne önemi var” diyorlar.
Kavramların içeriği, onlara yüklenen anlamlar zamanla değişir. 1789’lu yıllarda milliyetçiliğin ortak paydalarından birisi de ırk birliği idi. Bugün, ırk unsurunu öne çıkaran demokratik bir ülke yok. Kavramların içindeki unsurlar, zamanın anlayışına göre düzenlenebilir, hatta yerine değişik bir kavram da kullanılabilir, fakat yerine yenisini koymadan eskisini atmak, “bekarın karı boşaması” kadar saçmadır.
Ulus kavramını kullanmayı tercih ediyor ve içini şöyle dolduruyorum.
Ulus; ortak coğrafyaya, ortak geçmişe, ortak kültürel değerlere sahip, ortak refah, adil paylaşım, ortak güvenlik şemsiyesinden eşit yararlanma ilkelerinde ve ortak bir gelecek hedefinde uzlaşarak, devlet kurmuş insan topluluğudur. İnsanların etnik yapılarını ve inançlarını oldukları gibi kabul ediyor ve saygı duyuyorum, fakat ulus kavramı içinde bunlara yer vermiyor, birini diğerine benzetmeye zorlamıyorum. Devlet yönetiminde, laikliğin sadece din konusunda değil, ırk konusunda da geçerli olması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, kuruluş felsefesinde ve anayasasında yazılı, “Türk” sözcüğünün tek bir ırkı değil, tarihten gelen kültürel değerlerin, Türkiye topraklarında doğmuş veya sonradan Türk vatandaşlığına kabul edilmiş bütün insanların ortak adı olduğunu kabul ediyor ve değiştirilmesini istemiyorum. Türk vatandaşları, kendilerini ne hissediyorlarsa odurlar, nasıl inanıyorlarsa öyledirler, devletin ve ulusun temel değerlerini zedelemeden, her türlü kültürel haklarını yaşamalılar.
Böyle bir ulus devlet anlayışının iflas etmesine bir anlam veremediğim için o tezi ileri sürenlerin düşüncelerinde, henüz açıklanmamış başka niyetler olduğunu düşünüyorum. İnsanları birbirine bağlayan değerler zaman içinde değişebilir, ama her zaman bağlayıcı değerler olacaktır. Ulusçuluğun iflas ettiğini ileri sürenler, bunu çok iyi biliyorlar. Amaçları, mevcut bağları çürütüp yerine kafalarında sakladıkları bağı koymak. Ulusu, onlarca etnik ve inanç grubuna bölüp tespih taneleri gibi dağıttıktan sonra diyecekler ki, bu tespih tanelerini bir arada tutacak bir ipe ihtiyaç var, o da “İslam’ın ipine sarılmak”. Toplumu İslam paydasında birleştirerek ulusu, millet-ümmet yapacaklar. Ortada ne laiklik kalacak, ne de inanç özgürlüğü. Bu aşamaya varılırsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Anadolu İslam Federe Devleti’ne dönüştürmenin hiçbir zorluğu kalmaz. Örneği Irak. Sözde, demokrasi getirmek için gittiler, toprak bütünlüğünü koruma sözü verdiler, ortada ne demokrasi ne de bütünlük var.
Bizdeki ulus devlet karşıtları, görünüm ve kafa yapıları bakımından benzemeyen tipler, çünkü onlar taşeron, düşünce, batının ve güneyin hedefi. Onlar, inandıkları için değil, beslendikleri için görev yapıyorlar.
1914’lerden günümüze kadar olan tarihi süreci iyi bilmeyenlerin bu oyunların karşısında aldanmaması mümkün değil. Dün, Bağdat “Yeşil Kuşak” içinde bir halka idi. Bugün ne durumda? Son zamanlarda, “Ilımlı İslam” ve “Orta Doğu” projeleri başarılı olamadı, vazgeçildi görüşü öne sürülüyor, inanmıyorum. Büyük projeler, koşullar gereği ertelenebilir, isim değiştirebilir fakat özleri değişmez, başka tarihte, başka isimle karşımıza çıkar.
Düşünce özgürlüğü, düşüncenin serbestçe ifadesi, bir insan hakkıdır, kısıtlanmasını hiç kabul etmem. Ancak, düşünce özgürlüğü gibi gösterilip devletin ve ulusun temel değerlerinin tahrip edilmesini de hiç doğru bulmam. Çözüm, inandırıcı karşı düşüncelerle sinsi düşünceleri çürütmektir. Devlete ve Ulusa karşı işlenen günahların da ölümcül günahlar listesine dahil edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Yazının baş kısmına gitmek zorunda kalmayın diye, ahlaksızlığın göstergeleri saydığım, Gandi’nin Yedi Ölümcül Günah Listesi’ni bir kere daha tekrarlıyorum.
* İlkesiz siyaset…
* Emeksiz zenginlik…
* Niteliksiz bilgi…
* Ahlaksız ticaret…
* İnsaniyetsiz bilim…
* Özverisiz ibadet…
* Ve benim ilavem; Devlete ve ulusa karşı işlenen günahlar.
Yapılmasına göz yumanlar da yapanlar kadar günahkardır.
9 Ekim 2009